Çocuk kaçırma teşebbüsü Viranşehir'i karıştırdı
Şanlıurfa'nın Viranşehir İlçesi’nde, bir kız çocuğunun kaçırılmak istediği iddiası üzerine başlayan gerginlik, gece saatlerinde PKK gösterisine dönüştürülmeye çalışıldı. İki bankaya ait ATM cihazları ile çok sayıda işyerinin zarar gördüğü olaylarda, polise taş ve molotofkokteylle saldıran protestocuların belirlenmesi için güvenlik güçlerinin kaydettiği kamera görüntüleri incelenmeye başladı. Polisin müdahalesi ile gerginliğin sona erdiği ve hayatın normale döndüğü ilçede, olası provokasyonlara karşı geniş güvenlik önlemleri sürdürülüyor. Viranşehir'de dün sabah saatlerinde, bakkala ekmek almaya giden 8 yaşındaki D.K.'ya para vererek kandırıp kaçırmak istedikleri ileri sürülen Bilal Akbulut ve İsmail Kök gözaltına alınarak Yenimahalle Polis Merkezi’ne götürüldü. İki şüphelinin yakalanması ardından, bu kişilerin ‘Organ mafyası üyesi’ olduğu, ‘Kız çocuklarına tecavüz etmek istediği’ ve ‘Kayseri’de kaybolan çocukları kaçıran kişiler’ olduğu söylentileri kısa sürede yayıldı. Tüm ilçede duyulan söylentiler üzerine, saat 10.30 sıralarında toplanan yaklaşık 1000 kişilik öfkeli grup, 2 şüphelinin gözaltında tutulduğu Yenimahalle Polis Merkezi önünde toplandı. Tekbir getirip, ‘Onları istiyoruz’, ‘Cezalarını biz verelim’ sloganları atan kalabalık gözaltında tutulan zanlıları linç etmek için polis merkezini basmaya kalkıştı. Az sayıdaki polisin havaya uyarı ateşi açarak dağıtmaya çalıştığı öfkeli kalabalık, polis merkezinin bahçesinde bulunan şüphelilere ait 63 VE 011 plakalı kamyoneti tahrip etti. Çok sayıda polis ve jandarmanın takviye güç olarak gönderildiği polis merkezi önünde gün boyu süren ve zaman zaman güvenlik güçleri ile öfkeli grup arasında arbede çıkarken 7'si polis çok sayıda kişi hafif yaralandı. Gerginlik, Viranşehir Belediye Başkanı DTP'li Leyla Güven, DTP Viranşehir İlçe Başkanı Adnan Etli ile polis müdürlerinin sağduyu çağrısı ile saat 17.00 sıralarında sona ererken kalabalığın büyük bölümü dağıldı. İlçede linç gerginliğinin yaşanmasına yol açan ve polislerin can güvenliklerini sağlamak için ifadesini bile alamadığı şüpheliler Bilal Akbulut ile İsmail Kök, gizlice polis merkezinin bitişiğinde bulunan Viranşehir Adliyesi'ne götürüldü. Çok sayıda hırsızlık suçundan sabıkalı oldukları ortaya çıkan ve Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadeleri alınan Akbulut ve Kök suçlamaları reddetti. Yörede ‘Çerçi’ olarak adlandırıldıklarını, kamyonetleriyle köylere giderek gıda ürünleri sattıklarını söyleyen Akbulut ve Kök, bazı köylerden kendilerine kurutmalık biber ve patlıcan siparişi verildiğini savundu. Akbulut, şöyle dedi: “Biber ve patlıcanı Viranşehir'de bulabileceğimiz düşüncesiyle gece buraya geldik. Geç olunca ilçe dışındaki bir pamuk tarlasında kamyonette uyuyarak sabahladık. Erken saatte sokakta fırından ekmek almaya gidiyorduk. Burada kız çocuğu birden bağırıp kaçtı. Biz de bu durum karşısında şaşırdık ve bizden korktuğunu düşündük. Ekmek alacağımız sırada kızın yakınları gelip bize saldırdı, ardından da polisler teslim aldı. Dışarıda bizi linç etmek isteyen kalabalık olduğunu öğrenince şoke olduk. Bizim ne organ mafyasıyla, ne çocukları kaçırmakla ilgimiz yok. Bizim de çocuğumuz var, her şey tamamen yanlış anlamadan kaynaklanıyor.” Akbulut ve Kök, ifadelerinin alınması ardından sevk edildikleri nöbetçi mahkemece tutuklandı. İki şüphelinin tutuklanmasının ardından polis, şüphelilerin cezaevine gönderileceğini duyan yaklaşık 500 kişilik grup yeniden Adliye binası önünde toplandı. Tekbir getirip, ‘İdam edin’ diye bağıran grupta bulunan yüzlerini maske ve poşu ile gizleyen bazı kişiler, ‘İntikam’ ve ‘Saldırın’ diyerek ellerindeki taşı güvenlik güçleri ve adliye binasına atarak kalabalığı yönlendirdi. Taşlı saldırıya maruz kalan polis, kalabalığı dağıtmak için biber gazı ile karşılık verdi. Ancak, yüzlerini gizleyen ve ‘Saldırın’ diyerek kalabalığa yön veren kişiler, güvenlik güçlerine taşla saldırmaya devam etti. Grubun, Karacadağ Caddesi'nde bulunan işyerlerinin camlarını kırıp, zarar vermeye başlaması üzerine ekipler bu kişilere müdahale etmeye başladı. Polisin gaz bombalı müdahalesine aldırış etmeden, cadde üzerindeki birçok işyerinin camını kırıp, iki bankaya ait ATM'ye zarar veren saldırganlar, daha sonra Dumlupınar İlköğretim Okulu yakınlarında, çöp konteynerleriyle yolu trafiğe kapatıp, tahtalardan oluşturdukları barikatları ateşe verdi. Zaman zaman Abdullah Öcalan ve PKK lehine slogan atan yaklaşık 100 kişi, burada da polise taş ve molotof ile saldırdı. Polisin biber gazı ile karşılık vermesiyle ara sokaklara dağılan grup, caddenin farklı noktalarında yine güvenlik güçlerine saldırmayı sürdürdü. Gece saat 22.30’a kadar süren gerginlik, polisin yoğun gaz kullanmasının ardından kalabalığın ara sokaklara dağılıp evlerine dönmesiyle sona erdi. Gece yeniden başlayan gerginlik üzerine, güvenlik güçleri Viranşehir Adliyesi'nin çevresini yaya ve araç trafiğine kapattı. Daha sonra adliyeye sevk edilen çok sayıda zırhlı araç, 2 şüpheliyi alarak polis araçları ve ambulansların da eşlik ettiği 15 araçlık konvoy ile Şanlıurfa Cezaevi'ne gönderildi. Polis, konvoyun geçişi sırasında yeni olay olmaması için Viranşehir-Şanlıurfa karayolunu da bir süreliğine ulaşıma kapattı. PKK YANDAŞLARI PROVOKE ETMEK İSTEDİ Gün boyu linç geriliminin yaşandığı ilçede, hayatın saat 23.00 sıralarında normale dönmesinin ardından ilçe genelinde, olası yeni gerginliklere karşı polis tarafından sıkı önlem aldı. Gün boyu güvenlik güçlerince çekilen kamera kayıtlarının incelenmeye başlandığını söyleyen Emniyet yetkilileri, özellikle gece 70-80 kişilik PKK’lı grubun, kalabalığı tahrik ederek yönlendirmeye çalıştığını bildirdi. Gündüz saatlerindeki gelişmelerin ‘halkın öfkesi' olarak değerlendirildiği ancak şüphelilerin tutuklanması ardından Adliye önüne gelen PKK’lıların güvenlik güçlerine taş ile saldırıp cadde üzerinde banka ve işyerlerine zarar verdiğini anlatan yetkililer, şu bilgileri verdi: “Bu kişiler daha sonra barikat kurup PKK lehine slogan attı. Çoğu yüzünü gizlemişti ve tek amaçları provokasyondu. Zaten, barikat kurdukları noktada önceden hazırladıkları molotoflar ve taşlar ile polise saldırı düzenlendi. Güvenlik Şube Müdürlüğü polislerince yapılan kamera çekimlerinin kayıtları inceleniyor. Tespitlerin tamamlanması ardından bu kişiler hakkında, ‘Terör örgütü propagandası yapmak, Suç ve suçluyu övmek, 2911 sayılı kanuna muhalefet, Kamu malına zarar vermek ve görevli memura mukavemette bulunmak’ suçlarından Cumhuriyet Savcılığı'na gerekli bilgi, belge ve doküman verilecek.” Viranşehir'de dünkü gerginlik ardından ilçede yaşam bugün normale döndü. Ekiplerin yine de kentte önlem aldığı belirtildi. 3 YIL ÖNCE BENZER OLAYLAR Şanlıurfa’nın Viranşehir İlçesi’nde, 3 yıl önce de benzer gerginlik olmuştu. 14 Ekim 2006 tarihinde 4 yaşındaki V.K. arlı erkek çocuğuna tecavüz etmek istediği iddiasıyla 16 yaşındaki E.M. gözaltına alınarak Yenimahalle Polis Merkezi’ne getirildi. Aynı gün saat 18.00 sıralarında gözaltına alınan E.M.'nin işlemleri yapılırken, oruçlarını açtıktan sonra sokağa çıkan ve olayı duyan yüzlerce kişi, şüpheliyi linç etmek için yine polis merkezi önünde toplandı. Polis merkezini basmaya kalkan ve burada güvenlik güçlerinin havaya ateş açarak ve biber gazıyla müdahale ederek uzaklaştırdığı kalabalık, sahur vaktine kadar bekleyişini sürdürdü. İftar vakti başlayıp, sahura kadar polis ile öfkeli kalabalık arasında arbede yaşanmasına yol açan gerginlik, sabaha karşı şüphelinin gizlice zırhlı bir araç ile Şanlıurfa’ya getirilmesi ile sona ermişti.
13 Ekim 2009 Salı
12 Ekim 2009 Pazartesi
Mersin'de polise molotoflu saldırı
Mersin'de korsan gösteri yapan terör örgütü yandaşları Çevik Kuvvet polislerine havai fişek ve molotof kokteyli ile saldırdı.
Terör örgütü yandaşları Mersin'de yine korsan gösteri yaparak polise saldırdı. Şevket Sümer Mahallesi'ndeki Siteler Polis Karakolu'nun bulunduğu sokakta toplanan örgüt yandaşları, korsan gösteri yapıp terör örgütü lehine slogan attı. Siteler Polis Merkezi'ne doğru yürümek isteyen örgüt yandaşlarına polis izin vermedi.
Yüzleri bezlerle kapalı, çoğunluğunu çocukların oluşturduğu örgüt yandaşları kendilerine müdahale eden Çevik Kuvvet polislerine havai fişek ve molotof kokteylleri ile saldırdı. Polisler, kafalarının üzerinden geçip bir iş yerine çarparak düşen havai fişeklerden güçlükle kurtuldu. Polis ekipleri ise korsan göstericileri gaz bombası atarak uzaklaştırmaya çalıştı. Polisin mahalledeki geniş çaplı güvenlik önlemi sürüyor.
Terör örgütü yandaşları Mersin'de yine korsan gösteri yaparak polise saldırdı. Şevket Sümer Mahallesi'ndeki Siteler Polis Karakolu'nun bulunduğu sokakta toplanan örgüt yandaşları, korsan gösteri yapıp terör örgütü lehine slogan attı. Siteler Polis Merkezi'ne doğru yürümek isteyen örgüt yandaşlarına polis izin vermedi.
Yüzleri bezlerle kapalı, çoğunluğunu çocukların oluşturduğu örgüt yandaşları kendilerine müdahale eden Çevik Kuvvet polislerine havai fişek ve molotof kokteylleri ile saldırdı. Polisler, kafalarının üzerinden geçip bir iş yerine çarparak düşen havai fişeklerden güçlükle kurtuldu. Polis ekipleri ise korsan göstericileri gaz bombası atarak uzaklaştırmaya çalıştı. Polisin mahalledeki geniş çaplı güvenlik önlemi sürüyor.
İstanbul'da teröristbaşı gerginliği
İstanbul Gaziosmanpaşa ve Sultangazi'de terörist başı Öcalan'ın Suriye'den çıkarılışının yıldönümünü bahane eden bir grup, okulun camlarını kırdı, otobüs durağına molotofkokteyli attı. Eylemlerde çocukların çokluğu dikkat çekti
Sultangazi Mahallesi'nde bölücü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın Suriye'den kovulmasının yıl dönümünde örgüt yandaşları korsan gösteri yaptı. Polise ve çevredeki okulları taş yağmuruna tutan yüzleri maskeli gösterici, etrafa molotof kokteylleri ile saldırdı. Eylemciler, bir otobüs durağını da taş ve molotof yağmuruna tutarak kullanılamaz hale getirdi.
Teröristbaşının, Türkiye'nin baskıları neticesinde Suriye'den kovulmasının 11. yıldönümünde yaklaşık 500 kişilik grup Karayolları Mahallesi'nde protesto gösterisi düzenledi. Ellerinde bölücübaşının posterini taşıyan ve yasadışı slogan atan, aralarında yüzleri maskeli kişilerin de bulunduğu grup, Yeşilpınar Mahallesi'ne kadar yürüdü. Grup Yeşilpınar Mahallesi'nde yapılan açıklamanın ardından Karayolları Mahallesi'ne doğru yürüyüşe geçti.
Sultangazi Mahallesi'nde bölücü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın Suriye'den kovulmasının yıl dönümünde örgüt yandaşları korsan gösteri yaptı. Polise ve çevredeki okulları taş yağmuruna tutan yüzleri maskeli gösterici, etrafa molotof kokteylleri ile saldırdı. Eylemciler, bir otobüs durağını da taş ve molotof yağmuruna tutarak kullanılamaz hale getirdi.
Teröristbaşının, Türkiye'nin baskıları neticesinde Suriye'den kovulmasının 11. yıldönümünde yaklaşık 500 kişilik grup Karayolları Mahallesi'nde protesto gösterisi düzenledi. Ellerinde bölücübaşının posterini taşıyan ve yasadışı slogan atan, aralarında yüzleri maskeli kişilerin de bulunduğu grup, Yeşilpınar Mahallesi'ne kadar yürüdü. Grup Yeşilpınar Mahallesi'nde yapılan açıklamanın ardından Karayolları Mahallesi'ne doğru yürüyüşe geçti.
Yüzleri maskeli kişilerden bazıları yol kenarında güvenlik önlemi alan Çevik Kuvvet Polisi'ni ve Avrupa Konutları İlköğretim Okulu'nu taşladı. Olay sonrasında okulun bazı camları kırıldı. Yine ön saflarda çocuklar kullanıldı. Hızını alamayan göstericiler, yoldan geçmekte olan bir belediye otobüsünü de taşladı. Belediye otobüsünün bir camı kırıldı.
Karayolları Mahallesi'nde yeniden toplanan grup molotof kokteylleri ile çevreye saldırdı. Olaylardan bir otobüs durağı da nasibini aldı. Otobüs durağı molotof kokteylleri ve taşlarla paramparça oldu. Molotof kokteyllerinin etkisiyle alev alev yanan otobüs durağı, olay yerindeki sivil polisler tarafından yangın söndürücüyle söndürüldü. Grup, olaylardan sonra arka sokaklara kaçarak dağıldı.
GAZİOSMANPAŞA'DA EYLEM
Terörist başı Abdullah Öcalan'ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkarılmasını protesto eden yaklaşık 100 kişilik grup, Karayolları Mahallesi'nde toplanarak sloganlar attı.
Daha sonra bir okulun camlarını taş atarak kıran göstericiler, bir otobüs durağına da molotofkokteyli attı. Bölgeyi adeta savaş alanına çeviren göstericiler, ellerindeki molotofkokteyllerini rastgele etrafa fırlattı. Polisin müdahale etmediği göstericiler daha sonra dağılırken, bölgedeki sivil polis memurları ateşe verilen otobüs durağını yangın tüpüyle söndürdü.
Karayolları Mahallesi'nde yeniden toplanan grup molotof kokteylleri ile çevreye saldırdı. Olaylardan bir otobüs durağı da nasibini aldı. Otobüs durağı molotof kokteylleri ve taşlarla paramparça oldu. Molotof kokteyllerinin etkisiyle alev alev yanan otobüs durağı, olay yerindeki sivil polisler tarafından yangın söndürücüyle söndürüldü. Grup, olaylardan sonra arka sokaklara kaçarak dağıldı.
GAZİOSMANPAŞA'DA EYLEM
Terörist başı Abdullah Öcalan'ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkarılmasını protesto eden yaklaşık 100 kişilik grup, Karayolları Mahallesi'nde toplanarak sloganlar attı.
Daha sonra bir okulun camlarını taş atarak kıran göstericiler, bir otobüs durağına da molotofkokteyli attı. Bölgeyi adeta savaş alanına çeviren göstericiler, ellerindeki molotofkokteyllerini rastgele etrafa fırlattı. Polisin müdahale etmediği göstericiler daha sonra dağılırken, bölgedeki sivil polis memurları ateşe verilen otobüs durağını yangın tüpüyle söndürdü.
5 Ekim 2009 Pazartesi
Türkiye’ye bağlanalım
Türkiye’deki açılım, Kuzey Irak’ta sokaktaki insandan öğrencilere kadar herkesin gündeminde.
Süleymaniye Amerikan Üniversitesi’nde bir grup öğrenci ile Iraklı Kürt gençliğinin geleceğe bakışını tartıştık. İki toplum arasındaki önyargıların silinmesi için Türkiye ile diyalog ve ilişki kurmak isteyen Kürt gençliği, “demokratik açılım”a tam destek veriyor.
İşte mini açık oturumdan satır başları:
Bağımsızlık bir hayal
Tabeen Rauf (22 yaşında, iş yönetimi öğrencisi) 10 yıl önce Türklerin bize bakışı çok tuhaftı. Türkler; Kürtçe konuşan birini gördüklerinde, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinden birini gördüklerinde adeta sinirleniyordu. Bu hikayeleri biliyorum. Ama bugün bakın TRT Şeş var, devlet televizyonu Kürtçe yayın yapıyor. Nereden nereye gelindi. Türk hükümetinin son girişimi gösteriyor ki Türkiye’nin Kürtlere kültürünü ve dilini unutturma çabaları başarılı olmadı. O nedenle demokratik açılımı çok önemsiyorum. Eğer ortak bir çıkar olursa taraflar sorunlarını çözmek için daha çok uğraşacaktır ve bugün ortak bir çıkarımız var; ekonomi ve ticaret. Her Kürt bağımsızlık hayali kurar ama bunun olmayacağını biliyorum. Olmayacak çünkü Kürt bölgesinin denizlere açılma ihtimali yok, kapalı bir bölge ve tabiî ki komşuların hiçbiri bunu istemez. Benim tercihim aslında Kürt Bölgesi’nin Türkiye’nin bir parçası olması, Irak’ın değil. Çünkü Kürtler Türkiye’de daha güçlü olacaktır, Avrupa’ya yaklaşacaktır. Benim gibi düşünen çok arkadaşım var.
PKK savaşı bize taşımasın
Aram Othman (21 yaşında, bilgi teknolojileri öğrencisi) Türkiye, İran ve Suriye bizim bağımsızlık ihtimalimizden korkuyor. Aslında korkmakta haklılar çünkü ben şahsen bağımsızlıktan yanayım. Bir devletimiz olsun ve yöneticilerin hepsi Kürt olsun. Saddam döneminde Kürtçe eğitime bile izin yoktu. Tüm haklarımı sonuna kadar kullanabileceğim bir ülke istiyorum ama bunun yöntemi savaş olmamalı. Siyaset ve diplomasi ile bunu başarmalıyız. Mesela PKK’nın Türkiye’de şiddet kullanmasına karşıyım, özellikle de o savaşı buraya bizim sınırlarımız içine taşımalarına karşıyım. İki sene önce onlar yüzünden Türk ordusu bizim topraklarımızda sınır ötesi operasyonlar yaptı. Bunu istemiyorum.
Bu açılım yakınlaştırır
Banaz Ömer (19 yaşında, iş yönetimi) Hakların kazanılması için insanları öldürmeye karşıyım. PKK genç Kürtleri aldı ve savaşmaya zorladı. Haklarımızı demokratik yollar ile almaya çalışmalıyız. Türk hükümetinin demokratik açılım çalışması bence çok iyi bir başlangıç. Bence bu Iraklı Kürtlerin Türkiye ile yakınlaşmasını da olumlu yönde etkileyecek.
Oradaki Kürtler iç meseledir
Savbast Majid (23 yaşında, bilgi teknolojileri) Herşey konuşarak ve diplomatik yöntemler ile aşılabilir. Büyük Kürdistan sadece bir hayal. Bizim tek istediğimiz bölgemizin ve ülkemizin barış içinde olması ve ekonomik olarak gelişmesi. Bana göre Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürtlerin durumu o ülkelerin iç meselesidir. Türk hükümetinin Demokratik Açılımı’nı takip ediyorum, çok iyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye bunu burada bırakmamalı, mutlaka ileri götürmeli.
Suly’de Saddam sohbeti
Süleymaniye aslında kendi adını alan ve 1968 yılında kurulan üniversitesi ile yıllardır Irak’ın önde gelen şehirleri arasında. Ancak işgalin ardından 2004’de kurulan Amerikan Üniversitesi, şehre Sünni ve Şii bölgelerinden öğrencilerin ilgisini arttırmış. Adından da anlaşılacağı üzere üniversiteye ABD’nin büyük mali desteği var ancak sahibi Amerikan hükümeti değil. Üniversitenin Süleymaniye’de kurulmasının sebebi ise İngilizce konuşan Kürtlerin deyimi ile “Suly”nin hem tüm ülkedeki hem de Kuzey’deki en güvenli şehir olması. Yıllık ücret 10 bin dolar. Gençlerin genelde milliyetçi tarafları güçlü olsa da kendi toplumlarına yönelik eleştirel ve sorgulayan bakış açıları da gelişmeye başlamış. Bunlardan birisi de SIPA ve Reuters gibi uluslararası haber ajanslarının Irak’taki haberler için çalışmayı tercih ettiği serbest fotoğrafçılardan 27 yaşındaki Cemal Penjweny. Penjweny’nin üzerinde çalıştığı son projenin başlığı “Saddam burada”. Genç fotoğrafçının bu proje için çıkış noktası Iraklıların eski liderleri Saddam Hüseyin’le ile ilgili karmaşık duygularına ilişkin gözlemleri olmuş. Penjweny’ye göre Irak halkı bir taraftan Saddam’dan çok korkarken bir taraftan da gücüne hayranlık duyuyordu. Bu gözlemini test etmek için çantasında Saddam Hüseyin’in büyük portre fotoğrafları ile gezen Penjweny’nin Saddam fotoğrafı ile poz verme teklifini bugüne kadar Arap, Kürt ya da Şii hiçbir Iraklı reddetmemiş.
Din ve devlet işleri ayrılsın Bize bir Ata Kürt gerekiyor
Kuzey Irak’taki üniversite çağındaki Kürtlerin Türkiye’ye güncel ilgisi daha çok ekonomik olsa da daha ileri yaştakiler arasında farklı bakış açıları dile getirenler de var. Bağımsız film yönetmenliği yapan Kanakin doğumlu Miran Shawkat’e göre Türkiye’nin kendileri için en bir model olarak asıl önemi laik bir demokrasi olması. Shawkat, “Bizim de burada devlet ve din işlerini tamamen ayıracak birine, bir Ata Kürt’e ihtiyacımız var” diyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde geçirdiği dönüşümü çok önemseyen Shawkat, reformların kendilerini de olumlu etkileyebileceği inancında. Ülkesi için çıkışı Türkiye ile yakın ilişkide gören Shawkat şöyle konuştu: “Ortak bir dil bulmamız lazım. Ekonomi sayesinde milliyetçi söylemler törpülenebilir. Başka bir seçeneğimiz yok. Bunu yapmamız lazım”. Shawkat bazı gençlerin dile getirdiği “Kuzey Irak Türkiye’ye bağlansın” görüşüne de destek verdi. Shawkat, “Bu bir fantezi değil. Aslında Kürtlerin Türkler ile ortak noktaları Bağdat’tan daha çok. Türkiye’deki siyasi ve ekonomik gelişmelere göre bu seçenek gündeme gelebilir” dedi.
DTP kongresi 'PKK sloganlarıyla' başladı
Demokratik Toplum partisi DTP, 3. Olağanüstü Büyük Kongresi'ni yapıyor. Ankara Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu'nda gerçekleştirilecek kongreye yüzleri maskeli şekilde katılan partililer Apo posteri açıp PKK lehine sloganlar attı...
Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) 3. Olağanüstü Büyük Kongresi, çalışmalarına başladı.
Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu'ndaki kongrede, Divan Başkanlığına DTP Siirt Milletvekili Osman Özçelik seçildi. İstiklal Marşı'nın okunmadığı kongrede, saygı duruşunda bulunuldu.
''Eşitlik ve Özgürlük için Demokratik Çözüm'' sloganıyla yapılan kongrenin gerçekleştirildiği salonda kürsünün arkasına, parti flaması ve Türk bayrağı asıldı.
Salonda, ''Demokratik Türkiye için Demokratik Özerklik'', ''Yol Haritası İstiyoruz'', ''İçi Boş Açılımlara Son'', ''Çözüm Operasyonlarda Değil, Diyalog ve Barışta'' yazılı pankartlar dikkati çekti.
Kürtçe türkülerin çalındığı salonda bulunanlar, sık sık Türkçe ve Kürtçe sloganlar attı.
Bu arada, yüzleri kapalı bazı kişiler, delegelerin bulunduğu bölümde terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan posterleri ve terör örgütünün renklerinin bulunduğu bez parçaları açtı. Salondakiler bu sırada terör örgütü elebaşı lehine Kürtçe slogan attı.
Aynı kişiler, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk salona girdikten sonra sahneye çıkarak, tekrar poster açtı. Kongre sunucusu, ''sahne sağlam olmadığı için tehlike yaratabileceği'' gerekçesiyle bu kişilerin sahneden inmelerini istedi. Bu kişiler daha sonra kongrenin yapıldığı salondan çıkarıldı.
Kongrede, 993 delege genel başkan ve partinin yetkili organları için oy kullanacak. Mevcut Genel Başkan Ahmet Türk'ün tek genel başkan adayı olması beklenen kongrede, bazı tüzük değişiklikleri de yapılacak.
DTP'nin Temmuz ayında gerçekleştirilen Parti Meclisi toplantısında, ''gelişen siyasal sürecin önemi nedeniyle bu sürece yanıt verebilecek örgütsel bir yapının çıkarılması'' değerlendirmesi yapılarak olağanüstü kongre kararı alınmıştı.
Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) 3. Olağanüstü Büyük Kongresi, çalışmalarına başladı.
Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu'ndaki kongrede, Divan Başkanlığına DTP Siirt Milletvekili Osman Özçelik seçildi. İstiklal Marşı'nın okunmadığı kongrede, saygı duruşunda bulunuldu.
''Eşitlik ve Özgürlük için Demokratik Çözüm'' sloganıyla yapılan kongrenin gerçekleştirildiği salonda kürsünün arkasına, parti flaması ve Türk bayrağı asıldı.
Salonda, ''Demokratik Türkiye için Demokratik Özerklik'', ''Yol Haritası İstiyoruz'', ''İçi Boş Açılımlara Son'', ''Çözüm Operasyonlarda Değil, Diyalog ve Barışta'' yazılı pankartlar dikkati çekti.
Kürtçe türkülerin çalındığı salonda bulunanlar, sık sık Türkçe ve Kürtçe sloganlar attı.
Bu arada, yüzleri kapalı bazı kişiler, delegelerin bulunduğu bölümde terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan posterleri ve terör örgütünün renklerinin bulunduğu bez parçaları açtı. Salondakiler bu sırada terör örgütü elebaşı lehine Kürtçe slogan attı.
Aynı kişiler, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk salona girdikten sonra sahneye çıkarak, tekrar poster açtı. Kongre sunucusu, ''sahne sağlam olmadığı için tehlike yaratabileceği'' gerekçesiyle bu kişilerin sahneden inmelerini istedi. Bu kişiler daha sonra kongrenin yapıldığı salondan çıkarıldı.
Kongrede, 993 delege genel başkan ve partinin yetkili organları için oy kullanacak. Mevcut Genel Başkan Ahmet Türk'ün tek genel başkan adayı olması beklenen kongrede, bazı tüzük değişiklikleri de yapılacak.
DTP'nin Temmuz ayında gerçekleştirilen Parti Meclisi toplantısında, ''gelişen siyasal sürecin önemi nedeniyle bu sürece yanıt verebilecek örgütsel bir yapının çıkarılması'' değerlendirmesi yapılarak olağanüstü kongre kararı alınmıştı.
30 Eylül 2009 Çarşamba
Tezkere, Meclis Başkanlığı'na sunuldu
Sebahat Tuncel Polis zoruyla getirilecek
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in, 30 Aralık'ta yapılacak duruşmaya polis zoruyla getirilmesine karar verildi. Dün de Emine Ayna ve Selahattin Demirtaş için benzer kararlar çıkmıştı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, DTP'li Sebahat Tuncel hakkında, ''suçu ve suçluyu övme'' gerekçesiyle yargılandığı davada, ifadesinin alınması için mahkemeye zorla getirilmesine karar verdi.
DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in de aralarında bulunduğu DTP Kadın Meclisi üyesi 23 kişinin ''suçu ve suçluyu övme'' gerekçesiyle yargılanmalarına devam edildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın bugünkü duruşmasına, sanıklar Tarık Yıldırım ile Meryem Demir katıldı.
Mahkeme Başkanı Hasan Şatır, TBMM Başkanlığı'na sanık Sebahat Tuncel ile ilgili yazılan yazının sekreterinin almaktan imtina etmesi nedeni ile tebliğ edilemediğini, buna ilişkin hazırlanan tutanağın mahkemeye gönderildiğini kaydetti.
Cumhuriyet Savcısı Kubilay Taştan, sanık Tuncel'in ifadesinin alınmasını talep etti.
Duruşmaya katılan sanıklar Yıldırım ve Demir ise avukatlarının davadan çekildiğini belirterek, barodan kendilerine avukat tayin edilmesini istedi.
Mahkeme Başkanı Şatır, iddianame içeriği, isnat edilen suçun vasfı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin bu yöndeki içtihatları ve yapılan tebliğe rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi karşısında, CMK'nın 146. ve 199. maddeleri uyarınca duruşma günü savunmasının alınabilmesi amacıyla sanık Sebahat Tuncel hakkında zorla getirme müzekkeresi düzenlenmesine karar verildiğini açıkladı.
Sanıklar Tarık Yıldırım ve Meryem Demir'e avukat tayin edilmesi hususunda Ankara Barosu Başkanlığı'na müzekkere yazılmasına karar veren mahkeme, duruşmayı 30 Aralık 2009 tarihine erteledi.
Dün de Emine Ayna ve Selahattin Demirtaş için benzer kararlar çıkmıştı.
Sebahat Tuncel, kararın demokrasiyi zora soktuğunu savundu.
17 arkadaşıyla birlikte PKK dan Ayrıldı
Terör örgütünde son zamanlarda yaşanan infazlar, paraları hesaba geçirme, aşk ve cinsel ilişkilere, örgüt içi tasfiyeler sonucu kopmalar da eklendi. Örgütün eski Avrupa sorumlusu ile 17 arkadaşı örgütten ayrılma kararı aldı.
Terör örgütü elebaşlarından Murat Karayılan tarafından Rıza Altun'un yerine Avrupa kadrolarının başına getirilen ''Asya Deniz'' kod adlı Canan Kurtyılmaz'ın, bir süre sonra bu görevden alınarak yerine Sabri Ok'un atanmasının ardından yaşanan tasfiyeler, terör örgütünün Avrupa kadrolarında çatlaklara yol açtı. ''Baskıcı'' bir yapıya sahip olan, örgüt içinde yaşanan ''yoz ilişkileri'' şiddet uygulayarak cezalandıran Canan Kurtyılmaz'ın görevden alınmasının ardından Sabri Ok'un, Kurtyılmaz'ın göreve getirdiği kadroları tasfiye ettiği bildirildi.
Avrupa kadrolarında yaşanan örgüt içi yolsuzluk olayları, aşk ilişkileri ve Kandil'e Avrupa'dan kadro gönderememe olaylarını eleştiren Canan Kurtyılmaz'ın, uzun süredir Sabri Ok'a yönelik sert eleştirilerde bulunduğu kaydedildi.
Canan Kurtyılmaz'ın görevden aldığı kişilere yeniden sorumluluk verilmesi üzerine Canan Kurtyılmaz örgütten ayrılma kararı verdi. Kurtyılmaz'ın 17 arkadaşıyla birlikte örgütten ayrıldığı, şu anda Paris'te gizlendiği ortaya çıktı.
Canan Kurtyılmaz'ın bu çalışmalarından rahatsızlık duyan Sabri Ok'un ise Kurtyılmaz'ın bir an önce Kandil'e dönmesi ve özeleştirisini vermesini istediği, ancak bu talebi kabul etmeyen Kurtyılmaz'ın Kandil'e bir rapor yazarak, ''Kendisini tehdit eden ve üzerine tetikçiler gönderen Sabri Ok'un görevden alınmaması durumunda, örgütün Avrupa yapılanmasını ve illegal faaliyetlerini deşifre edeceğini'' bildirdiği öne sürüldü.
Terör örgütüyle bağlantısını koparan ve şantaj ve tehdit içerikli rapor yazan Canan Kurtyılmaz'ın, Paris'te gizli servislerin yanı sıra PKK'dan ayrılan muhalif kadrolarla görüşmeler yapması, örgütün Avrupa'daki elebaşı Sabri Ok'u telaşa düşürdüğü kaydedildi.
Terör örgütünün Canan Kurtyılmaz'ın bir an önce yakalanarak Kandil'e getirilmesi için çalışmalar yaptığı belirlendi.
17 Eylül 2009 Perşembe
Kürtler Mezopotamya’da yayılırken-2
İngiltere her nedense Sevr Antlaşmasının içine yerleştirdiği, 62. ve 64. maddeyle, Kürt milli haklarının tanınması şartını da koymuştu!… Halbuki Kürtler Müslümandı, ümmettendi!… Osmanlı tebaasıydı!… Bu nasıl bir kurnazlıktı?…
Büyük İslam savaşçısı Selahaddin Eyyubi bir Kürt Beyi ve hükümdarı idi!… Haçlıların iflahını kesmiş, bölgedeki Haçlı Devleti’ni bitirmişti!… Ve onların torunları, batılı emperyalistler bunu hiçbir zaman unutmamıştı… Bu gün siyaseten onun kimliğini kullanmaya çalışanlar da, mütevaziliğini, onun yüce karakterini, felsefesini iyice araştırıp, sorgulasınlar!…
Kendilerini bir an önce Osmanlı’dan koparmak isteyen, çok az bilimsel veriyle, sözümona resmi tarihlerini yazmak, aşiretlerden kısa zamanda bir ulus yaratmak isteyen Kürt aydınları, İngilizler Mezopotamya’yı işgale başlayınca, İngiliz Mareşal Allenby’nin, Şam’da, bu coğrafyada, Haçlılar’in saldirgan ve yagmaci zihniyetine karşı duruşun, bir simgesi sayılacak olan Selahaddin Eyyubi’nin türbesine gelip ve ayağıyla sandukasına vurarak, ” Gene geldik ey Selahaddin!…” demesine demek ki hala , her hangi bir anlam veremiyorlardı!…
Benzer hareketi Fransız işgal ordusu generali de gene Selahaddin Eyyubi’yi muhatap alarak yapmıştı; kılıcını havaya kaldırıp, ”… Ey Selahaddin Eyyubi, dokuzyüzyıl sonra gene geldik” diye bağırmıştı!… Ve gene emperyalizmin tarihsel belleği bizim zavallılığımıza inatla daha iyi çalışıyordu; İngilizler İkibinüç’lü yıllarda Irak’ın işgalinde, Basra’ya yıllar sonra tekrar asker çıkardıklarında, bandolarıyla şenlik yapıp; bağırarak, ”Seksen yıl sonra tekrar geldik”i kutluyorlardı!… Kürt kardeşlerimiz, bunu da unutmasın, bu sözler de kulaklarına küpe olsun!…
Bazı Kürt aydınları(!)na göre bölge, Osmanlı zamanında da bir sömürgeydi… Yani, İslam halifesi hem de o dini bütün bölgeyi, nasılsa, batılı bir anlayışla, bir sömürge olarak kullanıyordu! Bu gün de siyaseten kullanılan bu kavram, Kürt feodalitesinin hala bu gün varlığını bir şekilde sürdüren; aşiret ağasından ailedeki bebeklere kadar inen sömürü piramiti karşısında bir ironi miydi?…
İyi de, o yıllarda ve bu yıllarda, Batı’dan yardım isterken, bunun önemli bir karşılığı olacağını, büyük bir bedel ödenmesi gerektiğini düşünemiyorlar mıydı?… Ve batının enjekte ettiği milliyetçilik kavramını, diğer Osmanlı halkları gibi, bir reçete olarak kabul ediyorlardı…
Ve nedense, feodaliteyi aşmadan, ”Ulus devlet” kurma sevdasındaki Kürt aydınları, kendilerini bir türlü o sözün muhatabı olarak göremiyorlardı: ” Gene geldik, Selahaddin!…”
O durum, herhalde Selahaddin Eyyubi’nin Batıyla kişisel bir meselesiydi!… Bu gün, onları ilgilendirmiyordu!… Belki de idraklerine onlarında bir deli gömleği giydirilmişti!…
Çünkü onlar da zorla uluslaşmak için, İngiliz, Fransız, Amerikan emperyalistlerinden ve hatta Sovyetlerden yardım ummuşlardı!… Botan emirliğinin merkezi Cizre neyse de, merkez olarak hayal ettikleri Diyarbakır’ın daha 1870′lerde 19.000 nüfuslu bir Osmanlı ve ağırlıklı Hristiyan şehri olduğunu ve orda yaşayan Müslüman Kürtlerin de bir azınlık olduğunu unutmuşlardı!…
IXX. yüzyılın ortalarında, Tanzimat sürecinde Osmanlı, batının karşı konulmaz istekleri doğrultusunda, toprakları özelleştirmeye açan bir dizi kararlar aldı…Cizre- Botan Emiri ‘nin bölgede dengeleri bozup, bölgede güç ve nüfuzunu geliştirmekle ilişkili olarak yaptığı, başkaldırıların da bu kararın alınmasında ya da hızlandırılmasında etkisi söz konusu olabilir…
1842-1847 arasında yeterli derecede güçlü olduğuna inanan, Bedirhan Bey, İrandaki büyük Kürt beyliği olan Erdalanlar’ı da ikna ederek, çevresinde topladığı aşiretlerle birlikte daha güçlü bir başkaldırı hareketinde bulunmuş, Osmanlı da bu başkaldırıya uzun bir zaman sonra nihayetinde Eruh kalesinde bu sülaleleyi esir alarak bastırmış, önce İstanbul’a ve sonra da Bedirhan bey ve ailesinin bir kısmını Girit adasına sürmüş, bir kısmını da İstanbul’da tutmuştu… Bedirhan Bey’in İngilizlerle başarılı arabulucuk etkinliğinden sonra da kendisine ”Paşa” ünvanı verilmişti!…
Osmanlı, toprak sistemini değiştirdi; ve dolayısıyla, doğudaki bağımsız ekonomileri merkeze bağlama kararı aldı!… Bu emir ve aşiret liderlerinin kendi toprakları üzerinde eskisi gibi güçlerinin ve denetimlerinin olamıyacağının da bir işaretiydi…
Osmanlı’da ilk yasal Kürt örgütü, Osmanlı Kürt İttihak ve Terakki Cemiyeti olarak, 1908 yılında Diyarbakır’da kurulmuştu!… Aynı yıl İstanbulda da güzide Kürt aydın ve ileri gelenleri, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’ni kurmuşlardı… Ömür boyu başkanlığına da Şeydinanlar şeyhi, Şeyh Ubedullahın oğlu, Seyyid Abdülkadir Bey getirilmişti… 1918 yılında Kürdistan Teali Cemiyeti kurulmuş, ilerki yıllarda bunları, Kürt Neşr-i Maarif, Kürt Talebe Heyvi, Kürt Kadınlar Teali, Kürdistan Teşrik-i Mesai cemiyetleri ve Kürt Milli fırkası takip etmişti!…
Miralay Halit Cibran tarafından Erzurum’da 1920′lerin sonbaharında, Sevr süreci içinde gelişmeye başlayan Azadi (Hürriyet) örgütünün diğer kurucuları arasında, Yusuf Ziya Bey, Ekrem Cemil, Dr.Fuat, Kadri Cemilpaşa, İsmail Hakkı ve bir çok subay kökenli aydın insanın yanısıra, Bitlis Milletvekilleri Rıza ve Kemal Fevzi beyler ve isyana ismi verilen Şeyh Sait Nakşibendi efendi de vardır… Miralay Halit Cibran, Şeyh Said’in aynı zamanda kayınbiraderidir!… Örgütün önemli adamlarından, İsmail Hakkı’nın örgütün dışişleri sorumlusu olarak, Baku’de yapılan ”Doğu Halkları Kurultayı”na katıldığı bilinir…
Aslında Batılılaşma süreci içersinde, İttihak ve Terakkinin başlattığı ”Türklük” hareketi içinde Kürt kökenli aydınların da yer alması ve hatta bazılarının (Abdullah Cevdet, İshak Sukuti…) kurucularından olması ilginçtir… Botan emirinin oğlu Bedirhan Bey, peygamber soyundan gelen Şeydinanlar aşiretinden Şeyh Ubedullahın oğlu Seyyit Abdülkadir , meşhur Said-i (Kürdi) Nursi de bu cemiyetin önemli üyeleriydiler!…
Henüz bu aydınlar arasında, ekonomik ve siyasi çıkarların ötesinde, Kürt Ulusalcılığı daha henüz tam anlamıyla filizlenmemişti… Batı’dan etkilenmiş ve büyük kentlerde bir nedenle yaşayan Kürt seçkinleri ve aydınları arasında basın yoluyla Kürtlükle ilgili kültürel bir gelişme söz konusuydu… Herkes ağirlıklı varolan monarşiye ve halifeye bağlıydılar!… Zaten bölgede, geçmişte Osmanlıyla olan tüm çatışmaların temelini de siyasi güç ve nüfuz hırsı ve de ekonomi belirliyordu…
Azadi örgütü, çöküş sürecindeki imparatorluk bünyesinde, daha önce çeşitli Kürt milliyetçisi vb. örgütleri ve aşiretleri barış içinde bünyesinde toplamaya çalışan ve bir parti örgütlenmesinden ziyade illegal bir komite olarak , genel siyasi bir platforma dönüşmeyi de amaçlıyan bir görüntü sunuyordu…Bu örgüt etrafında toplanan üyelerin bir kesimi de Ulusal Kurtuluş hareketine ve Mustafa Kemal’e destek veriyordu!… Bu komitenin, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’in Ankara’da kurduğu söylenen İstiklala Kürdistan örgütüyle birleştiği de söylenir… Azadi örgütünün (Kürt İstiklal Komitesi…) farklı isimlerle anılma gibi farklı bir gerçeği de vardır!… Kürt ulusal hareketinin resmi tarihini sözümona yazmak isteyenler de bu konuda farklı isimlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Kürdistan İstiklal Cemiyeti, Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti, Kürdistan İstiklal Komitesi, Kürdistan Bağımsızlık Komitesi, Kürt İstiklal Komiteleri, gibi isimlerle anılan bu örgütün 1924 yılında oluşan Beytüşşebap İsyanı’nın geri planında olduğu ve 1925 yılı itibariyle gelişen diğer Kürt hareketlerinin arkasında olduğu söylenmektedir… Ancak bu hareketlerde, şeriat ön plana çıkmakta, siyaseten ulus olma sürecini tamamlayamamış aşiret ekonomileri karşımızda yer almaktadır…
Şeyh Said, bölgenin köklü ve büyük ailelerinden birinin çocuğu olarak, Erzurum’un Hınıs ilçesinin bu günkü Kolhisar köyünde dünyaya geldi… Ailenin bir kanadının; Şeyh Said’in büyük dedesinin büyük dedesi Seyyit Haşim’in peygamber torunu, Hz.Hüseyin’in soyundan geldiğine inanılır… Babası Şeyh Mahmud Efendi oğluna, Muhammed Said adını koydu. Muhammed Said’in büyük dedelerinden, Şeyh Kasım’da, 1639 yıllarında Doğu seferinden dönen IV.Murad’a, Diyarbakır’da konaklarken diğer şeyhler ve seyyidlerle birlikte biat edilmesi talebini red etmiş bir şahsiyetti…
IV.Murat, doğuda ki bu son Revan Seferi’ nden sonra, Bağdat seferini de bitiren padişah olarak, İran’la 1639 yılında meşhur Kasr-ı Şirin antlaşmasını imzalamıştı… Yavuz Sultan Selim’in 1512′de başlattığı Doğu Siyesetini artık halletmek ve yüzünü batıya çevirmek istiyordu…
O günlerde, bölgedeki yirmibeş yerel şeyhden yirmidördü, Şah İsmail’e karşı Yavuz’un yanında yer almışlardı!… Ve sadık kalanların statüleri Tanzimat’a kadar korunmuş ve sonra bölgedeki bu bağımsız yapı değiştirilmişti!… Ve bu günkü İran’la olan sınır, Cumhuriyet döneminde ufak bir stratejik rötuş dışında, aynen o antlaşmadaki sınırları koruyordu!… IV.Murat, bölgedeki seyyid, şeyhler, mollalar, müderrisler, beyler ve ağaları bir araya toplayıp, Osmanlıya olan hoşnutsuzluğun giderilmesini ve onların da kendisine biat etmesini istiyordu… O bölgenin seyyid, şeyh, molla, müderris ve alimlerinin büyük bir statüleri olduğunu, reel İslam üzerinde önemli bir etkileri olduğunu biliyordu!… Yakın zamanımızda olduğu gibi, o günde, bölge halkı üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptiler ve Doğu feodalitesinin egemen güçleri, bu gün olduğu gibi, o gün de onlardı!…
Bi’at etmeyi reddenler arasına bu günkü Bedirhan aşiretinin şeyhiyle bazı seyyit, şeyh ve mollalar da vardı… Şeyh Said’inde büyük dedesi Şeyh Kasım şöyle diyordu: ”.. Ben idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendi sarayında içki içen adama bi’at etmem!…”
IV.Murat’ın tepkisi gene çok şiddetliyd, … Köyler yakılıp, yıkılmış, secereler yok olmuş, yakın tarihte olduğu gibi, suçsuz insanlar ayrımsız öldürülmüş ve önemli bir kısmı Batı’ya tehcir edilmişti… Olası, Safeviler’e yönelebilecek muhalefet de bir şekilde tasfiye edilmiş oluyordu… Ve bu arada, Şeyh Kasım ve ailesinden birçok insan da köylerinden ve canından olmuştur…
Şeyh Said, Hınıs’da iyi bir medrese eğitimi almış, sonra medresesini kurmuş, büyük hayvan sürülerine sahip, Gülistan’dan Mezopotamya’ya kadar geniş bir alanda ticaret yapan, dolayısıyla geniş bir iş ve sosyal çevreye sahip, karizmatik bir insandı… Yaşadığı ve çalıştığı toplumsal alanlarda köklü ve soylu bir aileden gelmesiyle de tanınıyordu…
CHP lideri, İsmet İnönü, Ulus Gazetesi’nde 1969 yılında yayınlanan anılarında Şeyh Said İsyanı’nı şöyle tarif eder: ”…Kürtler Ermeni tehlikesini biliyorlardı. Milli Mücadele’nin devamında canla başla beraberlik gösterdiler. Lozan Muahedesi yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Biz Lozan’da milli davamızı Türkler ve Kürtler olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik. Şeyh Said isyanı, bu Kürtlerin umumi tutumundan ayrılan bir sapmadır….”
1924-1938 yılları arasında Doğu bölgemizde tam onyedi adet irili ufaklı, başkaldırı yapılmıştı…
Şeyh Said, yeni rejimin şeriat dışı, uluscu ve laik yönünden memnun değildi… Şeyh Said İsyanı olarak tanımlanan eylemler dizisi de son gelişmelerden dolayı Azadi örgütünün lideri Halit Cibran ve arkadaşlarının tutuklanmasıyla, onların düşündükleri hedef ve zamanlamadan farklı bir gelişme gösterdi…
Askeri bir müfrezenin de Şeyh Said’in bulunduğu köyde kaçakları araması gibi nedenle, o an ki zorunluluktan düşünüldüğünden daha erken başlatılmış, ancak silahlı gücü kuvvetli bir hareketti!… Bu hareket başlamadan Şeyh Said aşiretlerin şeyh ve beylerine bir mektup yazarak, özetle şöyle diyordu:
Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kuran ahkamını ihlal edip, Halifeyi sürmüşlerdir. Sizleri, Allah ve peygamberi inkar eden bu gayr-ı meşru idarenin yıkılması için, mezhep ve tarikat ayrımı gözetmeksizin ve isteyene de istediği toprakları vermek kaydıyla(!), gaza ve cihada davet ediyorum. Bu dinsiz hükümet bizleri de dinsiz yapacak! Bunlarla cihad farzdır!… Allah yolunda cihad edin ve öldürün!… İmza: Emir el’ Mücahidin El Seyyid Muhammed Said El Nakşibendi
Büyük İslam savaşçısı Selahaddin Eyyubi bir Kürt Beyi ve hükümdarı idi!… Haçlıların iflahını kesmiş, bölgedeki Haçlı Devleti’ni bitirmişti!… Ve onların torunları, batılı emperyalistler bunu hiçbir zaman unutmamıştı… Bu gün siyaseten onun kimliğini kullanmaya çalışanlar da, mütevaziliğini, onun yüce karakterini, felsefesini iyice araştırıp, sorgulasınlar!…
Kendilerini bir an önce Osmanlı’dan koparmak isteyen, çok az bilimsel veriyle, sözümona resmi tarihlerini yazmak, aşiretlerden kısa zamanda bir ulus yaratmak isteyen Kürt aydınları, İngilizler Mezopotamya’yı işgale başlayınca, İngiliz Mareşal Allenby’nin, Şam’da, bu coğrafyada, Haçlılar’in saldirgan ve yagmaci zihniyetine karşı duruşun, bir simgesi sayılacak olan Selahaddin Eyyubi’nin türbesine gelip ve ayağıyla sandukasına vurarak, ” Gene geldik ey Selahaddin!…” demesine demek ki hala , her hangi bir anlam veremiyorlardı!…
Benzer hareketi Fransız işgal ordusu generali de gene Selahaddin Eyyubi’yi muhatap alarak yapmıştı; kılıcını havaya kaldırıp, ”… Ey Selahaddin Eyyubi, dokuzyüzyıl sonra gene geldik” diye bağırmıştı!… Ve gene emperyalizmin tarihsel belleği bizim zavallılığımıza inatla daha iyi çalışıyordu; İngilizler İkibinüç’lü yıllarda Irak’ın işgalinde, Basra’ya yıllar sonra tekrar asker çıkardıklarında, bandolarıyla şenlik yapıp; bağırarak, ”Seksen yıl sonra tekrar geldik”i kutluyorlardı!… Kürt kardeşlerimiz, bunu da unutmasın, bu sözler de kulaklarına küpe olsun!…
Bazı Kürt aydınları(!)na göre bölge, Osmanlı zamanında da bir sömürgeydi… Yani, İslam halifesi hem de o dini bütün bölgeyi, nasılsa, batılı bir anlayışla, bir sömürge olarak kullanıyordu! Bu gün de siyaseten kullanılan bu kavram, Kürt feodalitesinin hala bu gün varlığını bir şekilde sürdüren; aşiret ağasından ailedeki bebeklere kadar inen sömürü piramiti karşısında bir ironi miydi?…
İyi de, o yıllarda ve bu yıllarda, Batı’dan yardım isterken, bunun önemli bir karşılığı olacağını, büyük bir bedel ödenmesi gerektiğini düşünemiyorlar mıydı?… Ve batının enjekte ettiği milliyetçilik kavramını, diğer Osmanlı halkları gibi, bir reçete olarak kabul ediyorlardı…
Ve nedense, feodaliteyi aşmadan, ”Ulus devlet” kurma sevdasındaki Kürt aydınları, kendilerini bir türlü o sözün muhatabı olarak göremiyorlardı: ” Gene geldik, Selahaddin!…”
O durum, herhalde Selahaddin Eyyubi’nin Batıyla kişisel bir meselesiydi!… Bu gün, onları ilgilendirmiyordu!… Belki de idraklerine onlarında bir deli gömleği giydirilmişti!…
Çünkü onlar da zorla uluslaşmak için, İngiliz, Fransız, Amerikan emperyalistlerinden ve hatta Sovyetlerden yardım ummuşlardı!… Botan emirliğinin merkezi Cizre neyse de, merkez olarak hayal ettikleri Diyarbakır’ın daha 1870′lerde 19.000 nüfuslu bir Osmanlı ve ağırlıklı Hristiyan şehri olduğunu ve orda yaşayan Müslüman Kürtlerin de bir azınlık olduğunu unutmuşlardı!…
IXX. yüzyılın ortalarında, Tanzimat sürecinde Osmanlı, batının karşı konulmaz istekleri doğrultusunda, toprakları özelleştirmeye açan bir dizi kararlar aldı…Cizre- Botan Emiri ‘nin bölgede dengeleri bozup, bölgede güç ve nüfuzunu geliştirmekle ilişkili olarak yaptığı, başkaldırıların da bu kararın alınmasında ya da hızlandırılmasında etkisi söz konusu olabilir…
1842-1847 arasında yeterli derecede güçlü olduğuna inanan, Bedirhan Bey, İrandaki büyük Kürt beyliği olan Erdalanlar’ı da ikna ederek, çevresinde topladığı aşiretlerle birlikte daha güçlü bir başkaldırı hareketinde bulunmuş, Osmanlı da bu başkaldırıya uzun bir zaman sonra nihayetinde Eruh kalesinde bu sülaleleyi esir alarak bastırmış, önce İstanbul’a ve sonra da Bedirhan bey ve ailesinin bir kısmını Girit adasına sürmüş, bir kısmını da İstanbul’da tutmuştu… Bedirhan Bey’in İngilizlerle başarılı arabulucuk etkinliğinden sonra da kendisine ”Paşa” ünvanı verilmişti!…
Osmanlı, toprak sistemini değiştirdi; ve dolayısıyla, doğudaki bağımsız ekonomileri merkeze bağlama kararı aldı!… Bu emir ve aşiret liderlerinin kendi toprakları üzerinde eskisi gibi güçlerinin ve denetimlerinin olamıyacağının da bir işaretiydi…
Osmanlı’da ilk yasal Kürt örgütü, Osmanlı Kürt İttihak ve Terakki Cemiyeti olarak, 1908 yılında Diyarbakır’da kurulmuştu!… Aynı yıl İstanbulda da güzide Kürt aydın ve ileri gelenleri, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’ni kurmuşlardı… Ömür boyu başkanlığına da Şeydinanlar şeyhi, Şeyh Ubedullahın oğlu, Seyyid Abdülkadir Bey getirilmişti… 1918 yılında Kürdistan Teali Cemiyeti kurulmuş, ilerki yıllarda bunları, Kürt Neşr-i Maarif, Kürt Talebe Heyvi, Kürt Kadınlar Teali, Kürdistan Teşrik-i Mesai cemiyetleri ve Kürt Milli fırkası takip etmişti!…
Miralay Halit Cibran tarafından Erzurum’da 1920′lerin sonbaharında, Sevr süreci içinde gelişmeye başlayan Azadi (Hürriyet) örgütünün diğer kurucuları arasında, Yusuf Ziya Bey, Ekrem Cemil, Dr.Fuat, Kadri Cemilpaşa, İsmail Hakkı ve bir çok subay kökenli aydın insanın yanısıra, Bitlis Milletvekilleri Rıza ve Kemal Fevzi beyler ve isyana ismi verilen Şeyh Sait Nakşibendi efendi de vardır… Miralay Halit Cibran, Şeyh Said’in aynı zamanda kayınbiraderidir!… Örgütün önemli adamlarından, İsmail Hakkı’nın örgütün dışişleri sorumlusu olarak, Baku’de yapılan ”Doğu Halkları Kurultayı”na katıldığı bilinir…
Aslında Batılılaşma süreci içersinde, İttihak ve Terakkinin başlattığı ”Türklük” hareketi içinde Kürt kökenli aydınların da yer alması ve hatta bazılarının (Abdullah Cevdet, İshak Sukuti…) kurucularından olması ilginçtir… Botan emirinin oğlu Bedirhan Bey, peygamber soyundan gelen Şeydinanlar aşiretinden Şeyh Ubedullahın oğlu Seyyit Abdülkadir , meşhur Said-i (Kürdi) Nursi de bu cemiyetin önemli üyeleriydiler!…
Henüz bu aydınlar arasında, ekonomik ve siyasi çıkarların ötesinde, Kürt Ulusalcılığı daha henüz tam anlamıyla filizlenmemişti… Batı’dan etkilenmiş ve büyük kentlerde bir nedenle yaşayan Kürt seçkinleri ve aydınları arasında basın yoluyla Kürtlükle ilgili kültürel bir gelişme söz konusuydu… Herkes ağirlıklı varolan monarşiye ve halifeye bağlıydılar!… Zaten bölgede, geçmişte Osmanlıyla olan tüm çatışmaların temelini de siyasi güç ve nüfuz hırsı ve de ekonomi belirliyordu…
Azadi örgütü, çöküş sürecindeki imparatorluk bünyesinde, daha önce çeşitli Kürt milliyetçisi vb. örgütleri ve aşiretleri barış içinde bünyesinde toplamaya çalışan ve bir parti örgütlenmesinden ziyade illegal bir komite olarak , genel siyasi bir platforma dönüşmeyi de amaçlıyan bir görüntü sunuyordu…Bu örgüt etrafında toplanan üyelerin bir kesimi de Ulusal Kurtuluş hareketine ve Mustafa Kemal’e destek veriyordu!… Bu komitenin, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’in Ankara’da kurduğu söylenen İstiklala Kürdistan örgütüyle birleştiği de söylenir… Azadi örgütünün (Kürt İstiklal Komitesi…) farklı isimlerle anılma gibi farklı bir gerçeği de vardır!… Kürt ulusal hareketinin resmi tarihini sözümona yazmak isteyenler de bu konuda farklı isimlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Kürdistan İstiklal Cemiyeti, Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti, Kürdistan İstiklal Komitesi, Kürdistan Bağımsızlık Komitesi, Kürt İstiklal Komiteleri, gibi isimlerle anılan bu örgütün 1924 yılında oluşan Beytüşşebap İsyanı’nın geri planında olduğu ve 1925 yılı itibariyle gelişen diğer Kürt hareketlerinin arkasında olduğu söylenmektedir… Ancak bu hareketlerde, şeriat ön plana çıkmakta, siyaseten ulus olma sürecini tamamlayamamış aşiret ekonomileri karşımızda yer almaktadır…
Şeyh Said, bölgenin köklü ve büyük ailelerinden birinin çocuğu olarak, Erzurum’un Hınıs ilçesinin bu günkü Kolhisar köyünde dünyaya geldi… Ailenin bir kanadının; Şeyh Said’in büyük dedesinin büyük dedesi Seyyit Haşim’in peygamber torunu, Hz.Hüseyin’in soyundan geldiğine inanılır… Babası Şeyh Mahmud Efendi oğluna, Muhammed Said adını koydu. Muhammed Said’in büyük dedelerinden, Şeyh Kasım’da, 1639 yıllarında Doğu seferinden dönen IV.Murad’a, Diyarbakır’da konaklarken diğer şeyhler ve seyyidlerle birlikte biat edilmesi talebini red etmiş bir şahsiyetti…
IV.Murat, doğuda ki bu son Revan Seferi’ nden sonra, Bağdat seferini de bitiren padişah olarak, İran’la 1639 yılında meşhur Kasr-ı Şirin antlaşmasını imzalamıştı… Yavuz Sultan Selim’in 1512′de başlattığı Doğu Siyesetini artık halletmek ve yüzünü batıya çevirmek istiyordu…
O günlerde, bölgedeki yirmibeş yerel şeyhden yirmidördü, Şah İsmail’e karşı Yavuz’un yanında yer almışlardı!… Ve sadık kalanların statüleri Tanzimat’a kadar korunmuş ve sonra bölgedeki bu bağımsız yapı değiştirilmişti!… Ve bu günkü İran’la olan sınır, Cumhuriyet döneminde ufak bir stratejik rötuş dışında, aynen o antlaşmadaki sınırları koruyordu!… IV.Murat, bölgedeki seyyid, şeyhler, mollalar, müderrisler, beyler ve ağaları bir araya toplayıp, Osmanlıya olan hoşnutsuzluğun giderilmesini ve onların da kendisine biat etmesini istiyordu… O bölgenin seyyid, şeyh, molla, müderris ve alimlerinin büyük bir statüleri olduğunu, reel İslam üzerinde önemli bir etkileri olduğunu biliyordu!… Yakın zamanımızda olduğu gibi, o günde, bölge halkı üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptiler ve Doğu feodalitesinin egemen güçleri, bu gün olduğu gibi, o gün de onlardı!…
Bi’at etmeyi reddenler arasına bu günkü Bedirhan aşiretinin şeyhiyle bazı seyyit, şeyh ve mollalar da vardı… Şeyh Said’inde büyük dedesi Şeyh Kasım şöyle diyordu: ”.. Ben idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendi sarayında içki içen adama bi’at etmem!…”
IV.Murat’ın tepkisi gene çok şiddetliyd, … Köyler yakılıp, yıkılmış, secereler yok olmuş, yakın tarihte olduğu gibi, suçsuz insanlar ayrımsız öldürülmüş ve önemli bir kısmı Batı’ya tehcir edilmişti… Olası, Safeviler’e yönelebilecek muhalefet de bir şekilde tasfiye edilmiş oluyordu… Ve bu arada, Şeyh Kasım ve ailesinden birçok insan da köylerinden ve canından olmuştur…
Şeyh Said, Hınıs’da iyi bir medrese eğitimi almış, sonra medresesini kurmuş, büyük hayvan sürülerine sahip, Gülistan’dan Mezopotamya’ya kadar geniş bir alanda ticaret yapan, dolayısıyla geniş bir iş ve sosyal çevreye sahip, karizmatik bir insandı… Yaşadığı ve çalıştığı toplumsal alanlarda köklü ve soylu bir aileden gelmesiyle de tanınıyordu…
CHP lideri, İsmet İnönü, Ulus Gazetesi’nde 1969 yılında yayınlanan anılarında Şeyh Said İsyanı’nı şöyle tarif eder: ”…Kürtler Ermeni tehlikesini biliyorlardı. Milli Mücadele’nin devamında canla başla beraberlik gösterdiler. Lozan Muahedesi yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Biz Lozan’da milli davamızı Türkler ve Kürtler olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik. Şeyh Said isyanı, bu Kürtlerin umumi tutumundan ayrılan bir sapmadır….”
1924-1938 yılları arasında Doğu bölgemizde tam onyedi adet irili ufaklı, başkaldırı yapılmıştı…
Şeyh Said, yeni rejimin şeriat dışı, uluscu ve laik yönünden memnun değildi… Şeyh Said İsyanı olarak tanımlanan eylemler dizisi de son gelişmelerden dolayı Azadi örgütünün lideri Halit Cibran ve arkadaşlarının tutuklanmasıyla, onların düşündükleri hedef ve zamanlamadan farklı bir gelişme gösterdi…
Askeri bir müfrezenin de Şeyh Said’in bulunduğu köyde kaçakları araması gibi nedenle, o an ki zorunluluktan düşünüldüğünden daha erken başlatılmış, ancak silahlı gücü kuvvetli bir hareketti!… Bu hareket başlamadan Şeyh Said aşiretlerin şeyh ve beylerine bir mektup yazarak, özetle şöyle diyordu:
Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kuran ahkamını ihlal edip, Halifeyi sürmüşlerdir. Sizleri, Allah ve peygamberi inkar eden bu gayr-ı meşru idarenin yıkılması için, mezhep ve tarikat ayrımı gözetmeksizin ve isteyene de istediği toprakları vermek kaydıyla(!), gaza ve cihada davet ediyorum. Bu dinsiz hükümet bizleri de dinsiz yapacak! Bunlarla cihad farzdır!… Allah yolunda cihad edin ve öldürün!… İmza: Emir el’ Mücahidin El Seyyid Muhammed Said El Nakşibendi
Kürtler Mezopotamya’da yayılırken-1
Geçen Eylül ayının ikinci haftasında Washington Post muhabiri Amit R. Paley, ”Kürt Özerk Yönetimi” nin 13 km güneyinde ki Calavla’dan, bir haber geçiyordu… Bu haberde, Irak’lı Kürtlerin bölgede aşama aşama yayıldığı ve bu yüzden on binlerce Arap’ın evini terk etmek zorunda kaldığı belirtiliyordu…
Birinci Büyük Savaş’da Rus birliklerinin Mezopotamya’yı ele geçirmek için işgal ettikleri, ”Kürt Özerk yönetimi” nin 25 km güneyindeki Hanekin kentinde bu gün Kürt bayrakları dalgalanıyordu!… Kürtlerin mevcut oldukları bölge dışında, kontrol altına aldıkları alanlar, Doğu-Batı ekseninde 500 kilometreyi buluyordu!…. Bu alanın derinliği de güneye doğru yer yer 120 kilometreye yaklaşıyordu ki, toplam 60.000km2 (!) bir alandı, söz konusu olan… Kıyaslarsak; bu arazi, Türkiye Trakyası’nın yaklaşık yarısına tekabül ediyordu!…
Musul’un Suriye sınırındaki Sincar bölgesinde bir Arap aşiret lideri olan Abdullah el-Yaver, gene Washington Post muhabirine, Kürtlerin Arapları evlerinden kovduğunu, direnenleri de gözaltına alıp, Kürt bölgesindeki cezaevlerinde işkenceye tabi tuttuklarını, Kürtlerin ”Gestapo” gibi hareket ettiklerini, bu davranış biçimlerinin de Saddam Hüseyin’in yaptıklarının aynısı olduğunu söylüyordu!…
Fransız düşünür Jean Baudrillard, 2003 Mart’ında, ”Savaşın Maskesi” isimli makalesinde ”Körfez Savaşı”yla ilgili görüşlerini açıklarken Yönetmen Spilberg’in çok ilginç bir filmi olan ”Azınlık raporu” na (Spilberg’in sunduğu kurguda, yakın bir gelecekte işlenme olasılığı olan suçları, önceden saptama ön sezisine sahip beyinler ”precogs” marifetiyle, suçluyu suç işlemeden yakalayan ”pré-crimes” timler vardır!…) gönderme yaparak şunları söylüyordu:
” …gelecekte olası suç işleme tahminlerine bakarak, polis timleri suçluyu daha eyleme başlamadan yakalarlar. Bu gün Irak’taki savaşın senaryosu da böyle!… Gelecek zamanda olası suç eylemini (Saddam’ın sözüm ona kitle imha silahları kullanması kast edilerek…) henüz yumurtada gelişirken ortadan kaldırmak!… Peki varsayılan suç işlenecek miydi?… Bu kaçınılması olanaksız bir soruydu!…
Müdahale yapıldığı için, geriye bir cevap da kalmıyordu… Bu asla öğrenilemeyecek bir şeydi!… Önemli olan sanal bir suçun, kelimenin gerçek anlamıyla cezalandırılmış olmasıydı!…” Ona göre bu Irak savaşı’da bir ”Ghost event” ‘tı!… Yani bir hayalet olay!… Ve Amerika bu savaşta, şiddet ve terörün varolmasına doğrudan katkı sağlıyor ve sözümona güvenlik adı altında dünyaya sunduğu bu olasılıklarla, terörü de meşrulaştırıyor!… Bu ana mesaja paralel olarak, Nisan 2004′de İzmir’de yaptığı bir konuşmada da (Sayın Oğuz Adanır’ın çevirisiyle…) şöyle devam ediyordu:
”Buna benzeyen bir başka film de ”Dead Zone” dur… Bu filmdeki kahraman da geçirdiği bir kaza sonucu insan üstü yeteneklere kavuşmakta ve öykünün sonunda gelecekte savaş suçlusu olacağını ön gördüğü bir politikacıyı öldürmektedir… / Burada bir genelleme yapacak olursak, yalnız her türlü suçu değil, aynı zamanda mevcut düzen ya da gezegen boyutlarındaki bu baskı düzenini bozmaya yönelik her türlü programın sistemli bir şekilde engellenmeye çalışıldığını söyliyebiliriz. Günümüz politikası neredeyse bundan ibaret bir hale gelmiştir. Bu gün artık olumlu bir politik iradeden söz etmek mümkün değildir. İktidar, olumsuz anlamda bir caydırıcı, kamu sağlığını koruyucu, güvenliği sağlayıcı, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici, önlem alıcı bir güçten başka bir şey değildir. Bu strateji yalnızca geleceği değil, aynı zamanda geçmişte yaşanmış olayları da kapsamaktadır!…
2005 Temmuz’unda, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, AB’nin sınırı Türkiye’nin doğusunda biter derken, 1898′de Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan Genel Vali’si ve 1922′de Dışişleri Bakanı, Lord Curzon’ da, I.Büyük Savaş sonrasında, ”Fırat, İngiltere’nin batı sınırıdır!…” diyordu…
İlk Kürdistan tanımı Selçuklu prensi Sencer Bey’e aittir!… O, bu gün İran’ın bir bölgesinde bu isimle anılan küçük bir eyalet kurdurmuştur!… Osmanlıda’da Doğu’da o bölgede uygulanmamış merkeze bağlı, yeni tımar sistemini tanımlamaya yönelik (ilk ciddi, Kürt kökenli ayaklanma olan Cizre-Botan Emiri, Mir Bedirhan’ın başkaldırısının ardından (1846), ) kurulan böyle bir eyalet de mevcuttu…
Fransız Devrimi ve ondan kaynaklanan ”Ulusculuk”, yani milliyetçilik hareketleri, tüm Avrupa ile birlikte Ortadoğu ve Anadolu ve de Kafkasları bir zaman içinde etkisi altına aldı… Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hristiyan ve de Müslüman halkların bu hareketten etkilenmemesi mümkün değildi… Batı eğitimi almış, asker -sivil aydınlarda, bu süreci dikkatle izlemeye başladılar… Dünyadaki varolan ”Üretim İlişkilerini”; ekonomi , kültür ve siyaseti elinde tutan sınıf, kabuk değiştiriyordu!… Gezegenin ağırlıklı olarak batısını , yaklaşık yüzelli yıl alt üst edecek bir dönem başlıyordu!…
İmparatorluk bünyesinde Makedonya ve Arnavutluk’da ayrılıkçı ilk ulusal hareketler kendini göstermeye başlamıştı. Mısır, Yemen ve Hicaz’da da bazı kıpırdanmalar bir şekilde başlamıştı…
Ruslar ve Ermeni komitacıların da desteğiyle Doğu Anadolu’da da bazı hareketleri örgütlüyorlardı!… Sultan II.Abdülhamid, bu gelişmelere bir tedbir olarak Doğu’da ”Hamidiye Alayları”nı kurmuş, İstanbul’da kurdurduğu ”Aşiret Mektebi”nde eğittiği, Kürt, Arap aşiret reislerinin ve ileri gelenlerinin çocuklarına bu okulda askeri bir eğitim verdirdikten sonra, bu alayların başına komutan ya da subay olarak atanmalarını sağlamıştı!… Bu alaylar Doğu’da farklı şeyhlere bağlı Kürt aşiretlerinden toplanmış; gene aynı seçme yöntemiyle Trablus ve Yemen’de de bu tür alaylar kurulmuştu… Kafkaslarda Ruslar’a karşı savaşmış sonra Yemen’e gidip orda da imparatorluğunu savununurken çoğu şehit düşmüş ünlü 40.Alay’da , bu yapının içindeydi!… Bu günkü ”Korucu” sisteminin esin kaynağı da, Hamidiye Alayları’dır!…
Meşrutiyetle birlikte başlayan sivil hareketlerden biri de, ”Kürt Teali Cemiyeti” ydi… Teali, ”yüceltme” anlamına geliyordu… Cemiyet, Van-Başkale doğumlu Abdurrahim Rahim Zapsu , Seyyid Abdülkadir(başkan) ve arkadaşları tarafından kuruldu… Abdurrahim Rahim, baba tarafından Abdülkadir Geylani, ana tarafından da Abbasi sülalesinden geliyordu… Evliliğini de Bedirhan Aşiretinin lideri Bedirhan Paşa’nın torunlarından Arusi şeyhi M.Aziz Çınar’ın kızıyla yapmıştı… Aynı zamanlarda kurulan Kürt Talebe Ümit Cemiyeti’ nin de kurucularındandı… Bu şahsiyet, Şeyh Sait İsyanı’nda aktif olan ve ceza alan, Said-i Kurdi (Nursi) ile arkadaş olup, onla birlikte Ruslar’la savaşırken esir düşen Nargin Adası’nda esirlik yaşayan, üç ciltlik ”İslam Tarihi ” adlı yapıtı bulunan, Kürt kökenli, ilginç bir Osmanlı aydınıydı ve o dönemlerde ayrılıkçılığı savunmuyordu!…
1920′lerde Koçgiri Hareketi’ ni temsil eden Alişan Bey’in Ankara’daki meclisten talepleri, özerklik isteğiyle başlamaktaydı ve önce ki yıllarda tarihlenen Ermeniler’in talepleriyle benzerlik teşkil etmekteydi… Sevr’i de öne sürerek, İstanbul Hükümeti’nin kabul ettiği özerkliğin kabul edilmesini, bölgeden memurların geri çekilmesini, cezalı Kürtler’in serbest bırakılmasını, askerin geri çekilmesini, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis ve Van’da bir Kürt devleti kurulmasının talep ediyorlar; aksi takdirde zora başvuracaklarını bildiriyorlardı… 1920′nin Kasım ayının son günleriydi!… Ankara Hükümeti bu eylemleri, biraz da komutanın uygulama hatalarıyla, aşırı bir sertlikle bastırdı…
İlginçtir ki, o günlerde Yukarı Mezopotamya’da, Musul’da; Şeyh Mahmut yönetiminde Kürt aşiretleri, yaşadıkları coğrafyayı korumak için, İngiliz emperyalistleriyle savaşmaya çalışıyorlardı!… Ve Anadolu’nun Batı’sında bir ulusal bağımsızlık için başlatılmış savaş vardı… 1920 Nisan’ından itibaren, Batı Anadolu; İzmir bölgesinin yanısıra, Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Afyon’a kadar işgal edilmişti ve Yunanlılar Ankara’ya doğru yürüyüşlerini devam ettirmeye kararlıydılar!… Ve nedense, bu haksız Yunan harekatına, Amerika’nın prensipli başkanı (!) Wilson bile sessiz kalmıştı!…
Sevr Antlaşması’nın ardından, 1921 yılında, Aşiret Mektebi ve Harbiye çıkışlı, Miralay Halit Cibran Bey tarafından kuruluşu başlatılan ”Azadi” örgütü, fiilen 1923 yılında aktif hale geldi… Ruslar’la Doğu Cephesi’nde yaptığı başarılı savaşlarla, miralaylığa yükselen Halit Bey’in babası da Cibran aşireti’nin lideridir!…
Hepsinin gönlünde bir ”Enver olmak” yatan, bu Kürt kökenli Osmanlı aydınları, daha önce , Berlin Antlaşması’ ve misyonerlik etkinlikleriyle, Kürt, Ermeni milliyetçiliğinin yeşertilmeye başlandığı bir süreçte, Türkçü ideolojiyi, Kürtçü ideolojiye çevirmekte pek mahir davranmışlardır… Azadi örgütünün kurucu kadrosu, kent yaşamını bilen, ağırlıklı subaylardan oluşmuştu!… Halit Cibran Bey’de, bölgesinde ağırlığı olan, ayrıca Dersim’de sözü dinlenen, bir Osmanlı albayıydı… Halit Cibran Bey’in Sevr’in üzerinden daha iki ay geçmeden, 15.Haziran.1920 yılında, Lolan ve Hormek aşiret reislerinin de çağrıldığı ve meşhur(!) Binbaşı Kasım’ın da katıldığı toplantıda, şöyle diyordu:
” Kürtler ulu bir soydan gelmişlerdir!… Altıyüz yıldır aşiretler ve mezhepler arası çatışmadan dolayı esaret altında yaşıyoruz!… Alevi, Sünni, hepimiz Kürdüz; bir araya gelmenin, hakkımızı almanın zamanıdır!…” Buna karşın, aşiretleri temsilen ”Hallo Ağa” nın, ”Biz Kürt değiliz, sizle birlik olmayız…”… dediği söylenir!…
1927 yılında bazı Kürt aydın ve eşrafınca, Taşnaklı Vahan Papazyan’ın Beyruttaki evinde Hoybun (XOYBUN) örgütü kuruldu!… Öykündükleri örgüt biçimi, gene İttihak-Terakki tarzı, milliyetçi bir yapılanmaydı!… İçlerinde, subay, gazeteci, doktor, ağa, bey ve tarikat şeyhlerinin bulunduğu bu yapılanmanın da nihai hedefi Kuzey’de, bağımsız Kürdistan’ı kurmaktı!… Bu konuda Taşnaklarla birlikte hareket ettiler, ancak toprak paylaşımında bir türlü anlaşamadılar!… Dış güçlerden destek alamamış Ağrı İsyanı ve savaşta ilk vur-kaç taktiği uygulaması da bu örgütün, ”Fedai Desteleri” nce uygulanmıştır!…
Birinci Büyük Savaş’da Rus birliklerinin Mezopotamya’yı ele geçirmek için işgal ettikleri, ”Kürt Özerk yönetimi” nin 25 km güneyindeki Hanekin kentinde bu gün Kürt bayrakları dalgalanıyordu!… Kürtlerin mevcut oldukları bölge dışında, kontrol altına aldıkları alanlar, Doğu-Batı ekseninde 500 kilometreyi buluyordu!…. Bu alanın derinliği de güneye doğru yer yer 120 kilometreye yaklaşıyordu ki, toplam 60.000km2 (!) bir alandı, söz konusu olan… Kıyaslarsak; bu arazi, Türkiye Trakyası’nın yaklaşık yarısına tekabül ediyordu!…
Musul’un Suriye sınırındaki Sincar bölgesinde bir Arap aşiret lideri olan Abdullah el-Yaver, gene Washington Post muhabirine, Kürtlerin Arapları evlerinden kovduğunu, direnenleri de gözaltına alıp, Kürt bölgesindeki cezaevlerinde işkenceye tabi tuttuklarını, Kürtlerin ”Gestapo” gibi hareket ettiklerini, bu davranış biçimlerinin de Saddam Hüseyin’in yaptıklarının aynısı olduğunu söylüyordu!…
Fransız düşünür Jean Baudrillard, 2003 Mart’ında, ”Savaşın Maskesi” isimli makalesinde ”Körfez Savaşı”yla ilgili görüşlerini açıklarken Yönetmen Spilberg’in çok ilginç bir filmi olan ”Azınlık raporu” na (Spilberg’in sunduğu kurguda, yakın bir gelecekte işlenme olasılığı olan suçları, önceden saptama ön sezisine sahip beyinler ”precogs” marifetiyle, suçluyu suç işlemeden yakalayan ”pré-crimes” timler vardır!…) gönderme yaparak şunları söylüyordu:
” …gelecekte olası suç işleme tahminlerine bakarak, polis timleri suçluyu daha eyleme başlamadan yakalarlar. Bu gün Irak’taki savaşın senaryosu da böyle!… Gelecek zamanda olası suç eylemini (Saddam’ın sözüm ona kitle imha silahları kullanması kast edilerek…) henüz yumurtada gelişirken ortadan kaldırmak!… Peki varsayılan suç işlenecek miydi?… Bu kaçınılması olanaksız bir soruydu!…
Müdahale yapıldığı için, geriye bir cevap da kalmıyordu… Bu asla öğrenilemeyecek bir şeydi!… Önemli olan sanal bir suçun, kelimenin gerçek anlamıyla cezalandırılmış olmasıydı!…” Ona göre bu Irak savaşı’da bir ”Ghost event” ‘tı!… Yani bir hayalet olay!… Ve Amerika bu savaşta, şiddet ve terörün varolmasına doğrudan katkı sağlıyor ve sözümona güvenlik adı altında dünyaya sunduğu bu olasılıklarla, terörü de meşrulaştırıyor!… Bu ana mesaja paralel olarak, Nisan 2004′de İzmir’de yaptığı bir konuşmada da (Sayın Oğuz Adanır’ın çevirisiyle…) şöyle devam ediyordu:
”Buna benzeyen bir başka film de ”Dead Zone” dur… Bu filmdeki kahraman da geçirdiği bir kaza sonucu insan üstü yeteneklere kavuşmakta ve öykünün sonunda gelecekte savaş suçlusu olacağını ön gördüğü bir politikacıyı öldürmektedir… / Burada bir genelleme yapacak olursak, yalnız her türlü suçu değil, aynı zamanda mevcut düzen ya da gezegen boyutlarındaki bu baskı düzenini bozmaya yönelik her türlü programın sistemli bir şekilde engellenmeye çalışıldığını söyliyebiliriz. Günümüz politikası neredeyse bundan ibaret bir hale gelmiştir. Bu gün artık olumlu bir politik iradeden söz etmek mümkün değildir. İktidar, olumsuz anlamda bir caydırıcı, kamu sağlığını koruyucu, güvenliği sağlayıcı, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici, önlem alıcı bir güçten başka bir şey değildir. Bu strateji yalnızca geleceği değil, aynı zamanda geçmişte yaşanmış olayları da kapsamaktadır!…
2005 Temmuz’unda, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, AB’nin sınırı Türkiye’nin doğusunda biter derken, 1898′de Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan Genel Vali’si ve 1922′de Dışişleri Bakanı, Lord Curzon’ da, I.Büyük Savaş sonrasında, ”Fırat, İngiltere’nin batı sınırıdır!…” diyordu…
İlk Kürdistan tanımı Selçuklu prensi Sencer Bey’e aittir!… O, bu gün İran’ın bir bölgesinde bu isimle anılan küçük bir eyalet kurdurmuştur!… Osmanlıda’da Doğu’da o bölgede uygulanmamış merkeze bağlı, yeni tımar sistemini tanımlamaya yönelik (ilk ciddi, Kürt kökenli ayaklanma olan Cizre-Botan Emiri, Mir Bedirhan’ın başkaldırısının ardından (1846), ) kurulan böyle bir eyalet de mevcuttu…
Fransız Devrimi ve ondan kaynaklanan ”Ulusculuk”, yani milliyetçilik hareketleri, tüm Avrupa ile birlikte Ortadoğu ve Anadolu ve de Kafkasları bir zaman içinde etkisi altına aldı… Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hristiyan ve de Müslüman halkların bu hareketten etkilenmemesi mümkün değildi… Batı eğitimi almış, asker -sivil aydınlarda, bu süreci dikkatle izlemeye başladılar… Dünyadaki varolan ”Üretim İlişkilerini”; ekonomi , kültür ve siyaseti elinde tutan sınıf, kabuk değiştiriyordu!… Gezegenin ağırlıklı olarak batısını , yaklaşık yüzelli yıl alt üst edecek bir dönem başlıyordu!…
İmparatorluk bünyesinde Makedonya ve Arnavutluk’da ayrılıkçı ilk ulusal hareketler kendini göstermeye başlamıştı. Mısır, Yemen ve Hicaz’da da bazı kıpırdanmalar bir şekilde başlamıştı…
Ruslar ve Ermeni komitacıların da desteğiyle Doğu Anadolu’da da bazı hareketleri örgütlüyorlardı!… Sultan II.Abdülhamid, bu gelişmelere bir tedbir olarak Doğu’da ”Hamidiye Alayları”nı kurmuş, İstanbul’da kurdurduğu ”Aşiret Mektebi”nde eğittiği, Kürt, Arap aşiret reislerinin ve ileri gelenlerinin çocuklarına bu okulda askeri bir eğitim verdirdikten sonra, bu alayların başına komutan ya da subay olarak atanmalarını sağlamıştı!… Bu alaylar Doğu’da farklı şeyhlere bağlı Kürt aşiretlerinden toplanmış; gene aynı seçme yöntemiyle Trablus ve Yemen’de de bu tür alaylar kurulmuştu… Kafkaslarda Ruslar’a karşı savaşmış sonra Yemen’e gidip orda da imparatorluğunu savununurken çoğu şehit düşmüş ünlü 40.Alay’da , bu yapının içindeydi!… Bu günkü ”Korucu” sisteminin esin kaynağı da, Hamidiye Alayları’dır!…
Meşrutiyetle birlikte başlayan sivil hareketlerden biri de, ”Kürt Teali Cemiyeti” ydi… Teali, ”yüceltme” anlamına geliyordu… Cemiyet, Van-Başkale doğumlu Abdurrahim Rahim Zapsu , Seyyid Abdülkadir(başkan) ve arkadaşları tarafından kuruldu… Abdurrahim Rahim, baba tarafından Abdülkadir Geylani, ana tarafından da Abbasi sülalesinden geliyordu… Evliliğini de Bedirhan Aşiretinin lideri Bedirhan Paşa’nın torunlarından Arusi şeyhi M.Aziz Çınar’ın kızıyla yapmıştı… Aynı zamanlarda kurulan Kürt Talebe Ümit Cemiyeti’ nin de kurucularındandı… Bu şahsiyet, Şeyh Sait İsyanı’nda aktif olan ve ceza alan, Said-i Kurdi (Nursi) ile arkadaş olup, onla birlikte Ruslar’la savaşırken esir düşen Nargin Adası’nda esirlik yaşayan, üç ciltlik ”İslam Tarihi ” adlı yapıtı bulunan, Kürt kökenli, ilginç bir Osmanlı aydınıydı ve o dönemlerde ayrılıkçılığı savunmuyordu!…
1920′lerde Koçgiri Hareketi’ ni temsil eden Alişan Bey’in Ankara’daki meclisten talepleri, özerklik isteğiyle başlamaktaydı ve önce ki yıllarda tarihlenen Ermeniler’in talepleriyle benzerlik teşkil etmekteydi… Sevr’i de öne sürerek, İstanbul Hükümeti’nin kabul ettiği özerkliğin kabul edilmesini, bölgeden memurların geri çekilmesini, cezalı Kürtler’in serbest bırakılmasını, askerin geri çekilmesini, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis ve Van’da bir Kürt devleti kurulmasının talep ediyorlar; aksi takdirde zora başvuracaklarını bildiriyorlardı… 1920′nin Kasım ayının son günleriydi!… Ankara Hükümeti bu eylemleri, biraz da komutanın uygulama hatalarıyla, aşırı bir sertlikle bastırdı…
İlginçtir ki, o günlerde Yukarı Mezopotamya’da, Musul’da; Şeyh Mahmut yönetiminde Kürt aşiretleri, yaşadıkları coğrafyayı korumak için, İngiliz emperyalistleriyle savaşmaya çalışıyorlardı!… Ve Anadolu’nun Batı’sında bir ulusal bağımsızlık için başlatılmış savaş vardı… 1920 Nisan’ından itibaren, Batı Anadolu; İzmir bölgesinin yanısıra, Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Afyon’a kadar işgal edilmişti ve Yunanlılar Ankara’ya doğru yürüyüşlerini devam ettirmeye kararlıydılar!… Ve nedense, bu haksız Yunan harekatına, Amerika’nın prensipli başkanı (!) Wilson bile sessiz kalmıştı!…
Sevr Antlaşması’nın ardından, 1921 yılında, Aşiret Mektebi ve Harbiye çıkışlı, Miralay Halit Cibran Bey tarafından kuruluşu başlatılan ”Azadi” örgütü, fiilen 1923 yılında aktif hale geldi… Ruslar’la Doğu Cephesi’nde yaptığı başarılı savaşlarla, miralaylığa yükselen Halit Bey’in babası da Cibran aşireti’nin lideridir!…
Hepsinin gönlünde bir ”Enver olmak” yatan, bu Kürt kökenli Osmanlı aydınları, daha önce , Berlin Antlaşması’ ve misyonerlik etkinlikleriyle, Kürt, Ermeni milliyetçiliğinin yeşertilmeye başlandığı bir süreçte, Türkçü ideolojiyi, Kürtçü ideolojiye çevirmekte pek mahir davranmışlardır… Azadi örgütünün kurucu kadrosu, kent yaşamını bilen, ağırlıklı subaylardan oluşmuştu!… Halit Cibran Bey’de, bölgesinde ağırlığı olan, ayrıca Dersim’de sözü dinlenen, bir Osmanlı albayıydı… Halit Cibran Bey’in Sevr’in üzerinden daha iki ay geçmeden, 15.Haziran.1920 yılında, Lolan ve Hormek aşiret reislerinin de çağrıldığı ve meşhur(!) Binbaşı Kasım’ın da katıldığı toplantıda, şöyle diyordu:
” Kürtler ulu bir soydan gelmişlerdir!… Altıyüz yıldır aşiretler ve mezhepler arası çatışmadan dolayı esaret altında yaşıyoruz!… Alevi, Sünni, hepimiz Kürdüz; bir araya gelmenin, hakkımızı almanın zamanıdır!…” Buna karşın, aşiretleri temsilen ”Hallo Ağa” nın, ”Biz Kürt değiliz, sizle birlik olmayız…”… dediği söylenir!…
1927 yılında bazı Kürt aydın ve eşrafınca, Taşnaklı Vahan Papazyan’ın Beyruttaki evinde Hoybun (XOYBUN) örgütü kuruldu!… Öykündükleri örgüt biçimi, gene İttihak-Terakki tarzı, milliyetçi bir yapılanmaydı!… İçlerinde, subay, gazeteci, doktor, ağa, bey ve tarikat şeyhlerinin bulunduğu bu yapılanmanın da nihai hedefi Kuzey’de, bağımsız Kürdistan’ı kurmaktı!… Bu konuda Taşnaklarla birlikte hareket ettiler, ancak toprak paylaşımında bir türlü anlaşamadılar!… Dış güçlerden destek alamamış Ağrı İsyanı ve savaşta ilk vur-kaç taktiği uygulaması da bu örgütün, ”Fedai Desteleri” nce uygulanmıştır!…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)