17 Eylül 2009 Perşembe

Kürtler Mezopotamya’da yayılırken-3

Mustafa Kemal Paşa, Padişah VI.Mehmed Vahdettin’in görevlendirmesiyle, 3.Ordu Müfettişi ve ” Fahr-i yaver-i hazret-i şehriyari” ünvanıyla Samsun’a doğru yol alırken, Britanya Dışişleri de, Kürtlerin siyasal yapılanma yolunda nabzını yoklamak, İzmir’e çıkan Yunan ordusuna karşı da yerel tepkilerini ölçmek için, meşhur Binbaşı E.W.C.Nobel’i, katırlara yüklenmiş altınla(!), Anadolu ve Musul bölgesine araştırma için gönderiyordu… Bu araştırmanın yanında, güçlü bir aşiret reisini altınla kandırıp, Mustafa Kemal Paşa’yı saf dışı bırakmakta vardı!…
Ve Nutuk’ta Atatürk’ün söz ettiği, yaşamı boyu meclisde topraklarını temsil eden ve milislerine önderlik yapan, Gazi Hacı Bedirhan’da , kendini İngilizler’e satmayacak kadar şuurlu, onurlu ve gururluydu!…
Britanya bazı Kürt aşiretlerinin son elli yılda Ermeni ve Nasturiler’le sorunları olduğunun ayrımındaydı… Bölgedeki Kürt aşiretlerini, kentlerdeki Kürt aydınlarını ziyaret edip ve yol boyunce temaslarını ilişkilendirerekten 1919 Haziranında Diyarbakır’a ulaşan Binbaşı Nobel, raporlarında, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Kürt aşiretlerini sözümona bir araya getirip, ”Özerk Kürt Yönetimi” kurma düşüncesini dile getiriyordu!…
Britanya hükümetinin atadığı Irak Valisi Sir Arnold Wilson ise, Kürdistan teriminin coğrafi anlamının belirsiz olduğunu, birbirleriyle bağlantısı olan Kürt aşiretlerinin Mezopotamya ile Anadolu’yu ayıran dağlarda ve onla bağlantılı vadilerde yaşadığını, bunlar dışındaki aşiretlerde de ulusal anlamda bir birlik ve bağlılık duygusunun olmadığını belirtiyordu!…
Ulusal bir başkaldırı özelliğini de taşıyan, büyük Şeyh Said İsyanı’na kadar Osmanlı coğrafyasında çeşitli sosyo- ekonomik nedenlerden, bir çok bölgesel isyan gerçekleşti…
Osmanlının ”Batılılaşma Hareketleri”ne paralel olarak, yakın tarihtelerdeki ki bölgesel isyanlar, Cizre-Botan Emiri’nin isyanıyla başlar… Hiçbir etnik ve ulusal özellik taşımayan bu isyan, Osmanlı’ya karşı, merkezin bu denli siyasi ve ekonomik esnekliğine rağmen siyasi güç ve nüfuz genişletme hırsına bağlanan bir başkaldırıdır ve dinen Tanzimat’a karşı çıkan yerel bazı bölge şeyhlerini etrafında toplamıştır…
Ve gene ilginç olan bir şey, devletin Hristiyan tebası Nasturiler’e saldırıyla başlayan ve aşiretleri bünyesinde toplayan bu hareket uzun bir mücadele sonucu bastırıldıktan sonra hareketinin lideri Emir Bedirhan Bey’in İstanbul ve Girit’de geçen sürgün yıllarının ardından, Girit’deyken, yabancılarla ilişkili hariciyeyi ilgilendiren bazı müsbet siyasi işler sonucunda ”Paşa” ünvanıyla birlikte af edilmesidir!…
Emir Bedirhan Bey’in , Telli Bey’den sonraki ”büyük prensi” İstanbul’da , Sultan II.Abdülhamid zamanında, Ali Şamil Paşa ünvanıyla Üsküdar bölgesinde sorumluk almıştır!…Kardeşiyle olan husumetten dolayı, bu mağrur paşa, garezle İstanbul şehremini Rıdvan Paşa ve oğlunu adamlarına öldürtünce, Sultan Abdülhamid tüm aileyi sürgüne gönderir… ( Bedirhan prensi, Ali Şamil Paşa, Halide Edip’in annesi Bedrifem hanımın ilk eşidir ve Mekke Şerifine(!), bu sürgünde yaverliğe başlayınca orda bu kez bir ”Çerkez” kızıyla evlenir!…)
Emir Bedirhan Bey’in oğullarından Emin Ali Bey, sürgün sonrasında ailede en aktif ”Kürtçü” olarak siyasal yaşamını sürdürmüş, yanısıra I.Büyük savaş sonrasında, İngilizlerle anlaşıp, ‘Cizre Beyliği”ni yeniden kurmaya çalışmıştır!… Bu aile, sonradan, cumhuriyet kültürüyle kaynaşsa da, bu ailenin ”Kürtçülük” hareketinde, çok öznel varlığı, kendini bu günlere kadar taşımıştır…
Nakşibendi tarikatına bağlı Şeyh Ubeydullah’ın 1880 yılında çıkardığı isyan da, bu kez bu eyalette uygulanan tımar sistemine ve koyulan vergilere karşı çıkmak şeklinde kendini gösteriyordu!… Ve ilginçtir bu başkaldırı hem Osmanlı’ya hem de İran’a karşıydı… İran’da o günlerde Britanyanın denetlemeye çalıştığı Kacar Hanedanlığının başında olduğu zayıf bir Türk(!) devlet yönetimi vardı… Cizre-Botan Emirliğinin tasfiyesi ve 1877-78 Osmanlı – Rus Savaşı’nın getirdiği denge boşluğundan yararlanan Şemdinanlar bölgede genişleyen siyasi bir güç olmuşlardı…
Şemdinanlar peygamber soyundan (!) geldiklerini iddia eden bir Kürt (!) aşiretiydi… Ve bölgede açılan İngiliz konsolosluklarıyla da(!) temas halindelerdi…
Şeyh Said İsyanı’na giden süreç tamamen ”Azadi” örgütünün denetiminde ilerlemeye çalışıyordu.. Örgütün asker-sivil, bürokrasiye yakın ve imparatorluk şehirlerinde yetişmiş ve yaşamış elit kadroları, Batı’dan gelen milliyetçi düşüncelerin etkisinde, ”Kürtlük Bilinci” ni siyasal ortamın da etkisiyle yeşertmeye çalışıyorlardı…
Azadi, gizlilik koşullarında kendini yapılandırmaya çalışan, askeri ve siyasi özellikler gösteren, bir tür siyasi cephe olmaya çalışıyordu… Zaten Kürt aydınlarının başlangıçda İttihak ve Terakki yapılanması içersinde olması da, buna bir karine teşkil edebilirdi…
Sevr süreci de, doğal ve haklı olarak bu kadrolarin da ulusal pay taleplerinin yükselmesine neden olmuş olabilir…
Ancak ayni zamanda Ermenilerin Kafkas ve Türk kökenli Doğu Anadolu Müslümanlarının yanısıra yüzbinlerce Müslüman Kürdü de Büyük Savaş sürecinde katletmiş olmaları ve Ermenilerin boşalttığı topraklarda da Kürt aşiretlerinin yerleşmiş olmaları, bağımsız bir devlet kurmaktan ziyade, biraz da Abdülhamid’in ”Pan İslamizminin” etkisiyle, Anadolu’daki kurtuluş mücadelesine, İslam Birliği altında devam etme tercihini göstermelerine neden olmuş olabilir!…
Aktedilen, Amasya Tamimi’yle ağırlıklı olarak Mustafa Kemal Paşa eksenli harekete destek olmalarını getirmiş olabilir… O dönemde zaten birçok Kürt kökenli aşiret, hiçbir zaman, bu günde olduğu gibi, Anadolu birliğinden vazgeçmediler!…
Asker kökenli Halit Cibran, İhsan Nuri, İsmail Hakki, Hasenan’li Halit Bey, Mutkili Haci Musa Bey, Bitlis Millet Vekili Yusuf Ziya , Doktor Fuat, Gazeteci Fevzi Beyler gibi, başkaldırı sürecini ağırliklı yöneten kişiliklerin milliyetçi olmaları ve yabanci ülkelerle temaslarini sürdürmelerine rağmen , Azadi örgütünün aşiret liderleri, Şeyh ve Seyyidleri, İslamı öne çıkaran dinci söylemden vazgeçmeyen kadrolardı…
Yani örgütün içinde seküler davrananlar olduğu gibi, mütaassıp dinci kadrolar da ağırlıktaydı… Ve örgütün propagandasında da, dinci, söylem doğal olarak ön plandaydı… Bu kadrolar siyaseten Kürtlüklerini duymaya başlamış olsalar da, bölgenin ekonomi-politiği Kürt milliyetçiliğin varolmasını ortaya çıkaracak dinamiklere sahip değildi…
Ancak bu realite, Kürt aydınlarının siyasi bağımsızlığı aramalarına hiçbir zaman engel olmadı… Fakat farklı yapısal özellikler gösteren, bu aşiret kurumlarıyla, marjinal elitlerin ulusal bir merkez oluşturması da, günün koşullarında mümkün müydü?…
Musul Sorunu Lozan sonrası Milletler Cemiyetine sözümona çözüm için intikal ederken, Ankara’da daha önce “Gavurun elinde esir olan halifenin kurtarilmasi” için başlamış politikalara, Ermeni ve Yunana karşı birlik-beraberlik olmak yönünde politikalar üretmeye çalışıyor, bu arada Azadi kadroları da, Fransa, İngiltere, Bolşevikler , Amerika; artık ne varsa, hepsinden, bağımsız bir siyasi yapılanma için, destek aramaya çabaliyorlardi…
Ve İstanbul ve de yurt dışındaki büyük Kürt aydınları da , bu hareketi her yönden destekliyorlardı…
Söylenceler, Şeyh Said’in, Sultan II.Abdülhamid’in Lübnan’da yaşayan oğlu Selim efendi’yi Anadolu’ya getirip onun hilafetinde bir din devleti kurmayı düşündüğünü anlatır!…
O dönemin Amerikan başkanının adıyla anılan Wilson Prensipleri, Lenin’in “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakki” çalışmasına, Bati’dan siyasi bir seçenek ve bir denge unsuru olarak ortaya atılmıştı!… Ve ”Yeni Dünya Düzeni”nin ” Milliyet” esasına göre kurulmasını öneriyordu… Ve 14 maddelik bu şahane(!) prensiplerin 12.’si, eski Osmanlı mülkündeki(!) , Türklerin Osmanlı olarak devam etmesinden, diğer halkların da otonom durumda kalmasından yanaydı!…
Kürt Teali Cemiyetinin kuruluşu, bu prensiplerin açıklanmasinin hemen ardından gerçekleşmişti!…
Azadi örgütünün etkinliklerini takibe alan Ankara, örgütü tasfiye etmek için fırsat kolluyordu!… Örgütün İstanbuldaki elit bağlantılarından Kürt Teali Cemiyetinin reisi Seyyid Abdulkadir Bey, Ingiliz görünümünde bir sivil istihbaratçıyla belli mesafede(!) bir ilişki bile sürdürüyordu!…
Azadi örgütünün 1924 yilinda toplanan kongresinde iki önemli karar alınır:
Birinci olarak bölge genelinde uzun vadede ”Bağımsız Kürdistan’ı kurmak amacıyla, bir ayaklanma planlanıp, örgütlenecektir!… İkinci olarak bu hareketin başarıya ulaşması için, dış devletlerden bu konuda destek aranacaktır…
Ancak Bolşeviklerden destek alamayan hareket, Nasturi ayaklanmasını da vesile sayarak, İngilizler’e sınırda yakın olacak küçük çaplı ayaklanmalarla, bir ayaklanma zinciri kurmayı umuyordu!… Beytüşşebap’daki küçük çaplı bir ayaklanma belki de bu yüzden başlatılmıştı…
Musul Sorunu görüşülürken, Hakkari’de İngilizlerin kışkırtmasıyla Nasturilerin başlattığı ayaklanmaya karşı Ankara Hükümeti, geniş çaplı bir harekata hazırlanırken, bölgeye sevk edilen 2.Tümen’e bağlı 18.Alayda Azadi Örgütünün Siirt bölge reisi Yüzbaşı İsmail Hakkı ve üç subay arkadaşı vardır. Bu subaylardan teğmen Ali Rıza hem örgüt üyesi hem de Yusuf Ziya Bey’in kardeşidir!… Yusuf Ziya Bey’den gelen telgrafın bazı kaynaklara göre yanlış deşifre edilmesinden isyan başlatılır!…
Kimi kaynaklarda bu hatalı eylemin, Yusuf Ziya Bey’in coşkulu ve hayalci kişiliğine bağlarlar…Kimisi de Bitlis Şubenin merkezden habersiz , bir kararla bu süreci başlattığına… Sonuçta bu subaylar ve 350 asker , 380 tüfek tüfek, erzak ve mühimmatlarıyla birlikte firar ederler!… Amaç bölgedeki bazı aşiretleri de birliğe katıp , bağımsız bir bölge elde etmektir… Ancak bu başarılamaz ve askeri soruşturma, bu firar olayının derinliği olan , planlı bir isyanın parçası olduğu sonucuna varır!…Telgrafı çeken Yusuf Ziya bey, kardeşi ve yakınları tutuklanır…Yüzbaşı Nuri ve bazı subay arkadaşları sınırı geçip İngiliiz makamlarına sığınır…
Ardından Halit Cibran bey, Erzurum’dan Sarıkamış’ta bir yolsuzlukluğu incelemek için alınıp, Bitlis’e sevk edilip tutuklanır…
Tutuklanan Halit Cibran’ın, Seyh Said’e haber gönderip, komutayı ele almasını söylediği, ancak isyan için acele etmemesini de tembih ettiği söylenir…
Askeri modernist(!) kanadı tutuklanan hareketin bundan sonra, dinci kanadın; şeyhlerin eline geçtiğini, çağdaş Kürt kaynakları bu şekilde açıklarlar… Fakat bu konu her zaman tartışmaya açık olmalıdır!…
Mustafa Kemal’in Kürt Aşiret lider ve temsilcileriyle bu harekat başlamadan Erzurum’da yaptıkları toplantı sonunda Ankara’ya döndükten sonra, Halit Bey’e, bu eylemden vazgeçmesi , istediği şahsi bir rutbe ve makam varsa (ki Halit Bey’in rutbesi durdurulmuştu…) bunun kendisine verilebileceğini yoksa bu işin sonunun kötü olacağına dair mesajını gönderdiği elçi; Muş milletvekili İlyas Sami’ye verdiği cevap onun gurur ve mağruriyetinin yanısıra, ideolojik düşüncesinin kapılarını da aralayan bir cevaptır… Halit Cibran, din insanı olan İlyas Sami’ye şöyle seslenir:
” Sen Hoca İlyas değilsin!… Hoca İlyas, Kürttü ve dinine bağlıydı(!), eğer benim boynum için bir ip hazırladıysanız; Halit’in boynu buna hazırdır!…”
Bu önemli tutuklamaların ardından, Bitlis’de Harp Divanının, önde gelen Şeyh ve reisleri sorgulamaya çağırmasının bir panik ve telaş havası yarattığı söylenir… Bitlis’e çağırılanlar arasında, Şeyh Said, Hasenanlı Halit Bey, Hacı Musa Bey’de vardır… Şeyh Said rahatsızlığını ileri sürerek, ifadesini yazılı olarak gönderir…
Bundan sonra bölgedeki aşiret reisleriyle hızlı şekilde toplantılar yapmaya, hareketi yönlendirmeye başlar… Mevsimin uygun olduğu bir zamanda Kuzeyden bir hareket başlatılacaktır… Ancak bir askeri zorunluluktan, birazda Şeyh Abdürrahim’in telaşından, Diyarbakır Azadi şubesinin engelleme çabalarına rağmen, Piran’da 13.Şubat.1925 yılında hareket başlar ve hızla bölgeye yayılır.
Elazığ dahil, bölge il ve ilçeleri ele geçirilir, yağmalar yapılır, bazı askeri birlikler ele geçirilir… Ancak Diyarbakır kuşatmasından tam bir sonuç alınamaz; bir yönden kente giren isyancılar hükümet askerlerince şehirden çıkartılır ve ardından hareketin yenilme süreci başlar… İran’a geçmek isteyen Şeyh Said bunu başaramaz ve dönüş yolunda, Cibran’lı Binbaşı Kasım’ın ihbarıyla tutuklanır…
Diyarbakır, İstanbul ve Ankara’da da Seyyit Abdülkadir Bey, Said-i Kürdi (Nursi) başta olmak üzere, birçok Kürt aydınını tutuklanır… (Said-i Nursi sonra Burdur’a sürgüne gönderilir…) Başlangıç ve bitişi farklılıklar gösterdiği söylenen, bu dinci yönü ağır basan Kürt Ulusal direnişi de, yeşermeden, o dönem için son bulur…
Hailt Cibran, Yusuf Ziya Bey, Teğmen Ali Rıza, Damat Faik Bey ve Mele Abdurrahman, 14.Nisan.1925′de Bitlis çarşısında idam edilirler.
Şeyh Said İsyanına katılmayan ancak dolaylı destek veren, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kurucusu ve sonra Kürt Teali Cemiyeti’nin reisi olan, eski Ittihatci(!), Abdulkadir Bey ve beş arkadaşı da, 27.Mayıs.1925′de idam edilir…
“Şeyh Said ve kırkaltı arkadaşı 1925 Haziran’ında Diyarbakır Dağkapı meydanında idam edilirler…
”Şark İstiklal Mahkemesi” bu olayın ardından diğer isyanlardan da , toplam ikiyüz yedi kişiyi idam eder!… İkiyüz onüç kişi de gıyabında idama mahkum olur…
Prof.Ergun Aybars, İstiklal Mahkemesi başkanı Mazhar Müfit’in karardan son söz olarak şunları söylediğini yazar:
”…Bağımsız Kürdistan gayesine yürüdünüz. Cumhuriyet ordusu bunu mahv ve perişan etti. Herkes bilmelidir ki genç cumhuriyet hükümeti fesat ve irticaya izin vermeyecektir. İşte cumhuriyetin kahredici fakat adil kanunlarının hükmü budur. Mahkumları götürünüz.

Hiç yorum yok: