Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Irak'ın kuzeyinden Türkiye'ye yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla Hükümete verilen sürenin, 17 Ekim 2009 tarihinden itibaren 1 yıl daha uzatılmasını öngören Başbakanlık Tezkeresi, TBMM Başkanlığına sunuldu.
30 Eylül 2009 Çarşamba
Tezkere, Meclis Başkanlığı'na sunuldu
Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Irak'ın kuzeyinden Türkiye'ye yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla Hükümete verilen sürenin, 17 Ekim 2009 tarihinden itibaren 1 yıl daha uzatılmasını öngören Başbakanlık Tezkeresi, TBMM Başkanlığına sunuldu.
Sebahat Tuncel Polis zoruyla getirilecek
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in, 30 Aralık'ta yapılacak duruşmaya polis zoruyla getirilmesine karar verildi. Dün de Emine Ayna ve Selahattin Demirtaş için benzer kararlar çıkmıştı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, DTP'li Sebahat Tuncel hakkında, ''suçu ve suçluyu övme'' gerekçesiyle yargılandığı davada, ifadesinin alınması için mahkemeye zorla getirilmesine karar verdi.
DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in de aralarında bulunduğu DTP Kadın Meclisi üyesi 23 kişinin ''suçu ve suçluyu övme'' gerekçesiyle yargılanmalarına devam edildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın bugünkü duruşmasına, sanıklar Tarık Yıldırım ile Meryem Demir katıldı.
Mahkeme Başkanı Hasan Şatır, TBMM Başkanlığı'na sanık Sebahat Tuncel ile ilgili yazılan yazının sekreterinin almaktan imtina etmesi nedeni ile tebliğ edilemediğini, buna ilişkin hazırlanan tutanağın mahkemeye gönderildiğini kaydetti.
Cumhuriyet Savcısı Kubilay Taştan, sanık Tuncel'in ifadesinin alınmasını talep etti.
Duruşmaya katılan sanıklar Yıldırım ve Demir ise avukatlarının davadan çekildiğini belirterek, barodan kendilerine avukat tayin edilmesini istedi.
Mahkeme Başkanı Şatır, iddianame içeriği, isnat edilen suçun vasfı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin bu yöndeki içtihatları ve yapılan tebliğe rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi karşısında, CMK'nın 146. ve 199. maddeleri uyarınca duruşma günü savunmasının alınabilmesi amacıyla sanık Sebahat Tuncel hakkında zorla getirme müzekkeresi düzenlenmesine karar verildiğini açıkladı.
Sanıklar Tarık Yıldırım ve Meryem Demir'e avukat tayin edilmesi hususunda Ankara Barosu Başkanlığı'na müzekkere yazılmasına karar veren mahkeme, duruşmayı 30 Aralık 2009 tarihine erteledi.
Dün de Emine Ayna ve Selahattin Demirtaş için benzer kararlar çıkmıştı.
Sebahat Tuncel, kararın demokrasiyi zora soktuğunu savundu.
17 arkadaşıyla birlikte PKK dan Ayrıldı
Terör örgütünde son zamanlarda yaşanan infazlar, paraları hesaba geçirme, aşk ve cinsel ilişkilere, örgüt içi tasfiyeler sonucu kopmalar da eklendi. Örgütün eski Avrupa sorumlusu ile 17 arkadaşı örgütten ayrılma kararı aldı.
Terör örgütü elebaşlarından Murat Karayılan tarafından Rıza Altun'un yerine Avrupa kadrolarının başına getirilen ''Asya Deniz'' kod adlı Canan Kurtyılmaz'ın, bir süre sonra bu görevden alınarak yerine Sabri Ok'un atanmasının ardından yaşanan tasfiyeler, terör örgütünün Avrupa kadrolarında çatlaklara yol açtı. ''Baskıcı'' bir yapıya sahip olan, örgüt içinde yaşanan ''yoz ilişkileri'' şiddet uygulayarak cezalandıran Canan Kurtyılmaz'ın görevden alınmasının ardından Sabri Ok'un, Kurtyılmaz'ın göreve getirdiği kadroları tasfiye ettiği bildirildi.
Avrupa kadrolarında yaşanan örgüt içi yolsuzluk olayları, aşk ilişkileri ve Kandil'e Avrupa'dan kadro gönderememe olaylarını eleştiren Canan Kurtyılmaz'ın, uzun süredir Sabri Ok'a yönelik sert eleştirilerde bulunduğu kaydedildi.
Canan Kurtyılmaz'ın görevden aldığı kişilere yeniden sorumluluk verilmesi üzerine Canan Kurtyılmaz örgütten ayrılma kararı verdi. Kurtyılmaz'ın 17 arkadaşıyla birlikte örgütten ayrıldığı, şu anda Paris'te gizlendiği ortaya çıktı.
Canan Kurtyılmaz'ın bu çalışmalarından rahatsızlık duyan Sabri Ok'un ise Kurtyılmaz'ın bir an önce Kandil'e dönmesi ve özeleştirisini vermesini istediği, ancak bu talebi kabul etmeyen Kurtyılmaz'ın Kandil'e bir rapor yazarak, ''Kendisini tehdit eden ve üzerine tetikçiler gönderen Sabri Ok'un görevden alınmaması durumunda, örgütün Avrupa yapılanmasını ve illegal faaliyetlerini deşifre edeceğini'' bildirdiği öne sürüldü.
Terör örgütüyle bağlantısını koparan ve şantaj ve tehdit içerikli rapor yazan Canan Kurtyılmaz'ın, Paris'te gizli servislerin yanı sıra PKK'dan ayrılan muhalif kadrolarla görüşmeler yapması, örgütün Avrupa'daki elebaşı Sabri Ok'u telaşa düşürdüğü kaydedildi.
Terör örgütünün Canan Kurtyılmaz'ın bir an önce yakalanarak Kandil'e getirilmesi için çalışmalar yaptığı belirlendi.
17 Eylül 2009 Perşembe
Kürtler Mezopotamya’da yayılırken-2
İngiltere her nedense Sevr Antlaşmasının içine yerleştirdiği, 62. ve 64. maddeyle, Kürt milli haklarının tanınması şartını da koymuştu!… Halbuki Kürtler Müslümandı, ümmettendi!… Osmanlı tebaasıydı!… Bu nasıl bir kurnazlıktı?…
Büyük İslam savaşçısı Selahaddin Eyyubi bir Kürt Beyi ve hükümdarı idi!… Haçlıların iflahını kesmiş, bölgedeki Haçlı Devleti’ni bitirmişti!… Ve onların torunları, batılı emperyalistler bunu hiçbir zaman unutmamıştı… Bu gün siyaseten onun kimliğini kullanmaya çalışanlar da, mütevaziliğini, onun yüce karakterini, felsefesini iyice araştırıp, sorgulasınlar!…
Kendilerini bir an önce Osmanlı’dan koparmak isteyen, çok az bilimsel veriyle, sözümona resmi tarihlerini yazmak, aşiretlerden kısa zamanda bir ulus yaratmak isteyen Kürt aydınları, İngilizler Mezopotamya’yı işgale başlayınca, İngiliz Mareşal Allenby’nin, Şam’da, bu coğrafyada, Haçlılar’in saldirgan ve yagmaci zihniyetine karşı duruşun, bir simgesi sayılacak olan Selahaddin Eyyubi’nin türbesine gelip ve ayağıyla sandukasına vurarak, ” Gene geldik ey Selahaddin!…” demesine demek ki hala , her hangi bir anlam veremiyorlardı!…
Benzer hareketi Fransız işgal ordusu generali de gene Selahaddin Eyyubi’yi muhatap alarak yapmıştı; kılıcını havaya kaldırıp, ”… Ey Selahaddin Eyyubi, dokuzyüzyıl sonra gene geldik” diye bağırmıştı!… Ve gene emperyalizmin tarihsel belleği bizim zavallılığımıza inatla daha iyi çalışıyordu; İngilizler İkibinüç’lü yıllarda Irak’ın işgalinde, Basra’ya yıllar sonra tekrar asker çıkardıklarında, bandolarıyla şenlik yapıp; bağırarak, ”Seksen yıl sonra tekrar geldik”i kutluyorlardı!… Kürt kardeşlerimiz, bunu da unutmasın, bu sözler de kulaklarına küpe olsun!…
Bazı Kürt aydınları(!)na göre bölge, Osmanlı zamanında da bir sömürgeydi… Yani, İslam halifesi hem de o dini bütün bölgeyi, nasılsa, batılı bir anlayışla, bir sömürge olarak kullanıyordu! Bu gün de siyaseten kullanılan bu kavram, Kürt feodalitesinin hala bu gün varlığını bir şekilde sürdüren; aşiret ağasından ailedeki bebeklere kadar inen sömürü piramiti karşısında bir ironi miydi?…
İyi de, o yıllarda ve bu yıllarda, Batı’dan yardım isterken, bunun önemli bir karşılığı olacağını, büyük bir bedel ödenmesi gerektiğini düşünemiyorlar mıydı?… Ve batının enjekte ettiği milliyetçilik kavramını, diğer Osmanlı halkları gibi, bir reçete olarak kabul ediyorlardı…
Ve nedense, feodaliteyi aşmadan, ”Ulus devlet” kurma sevdasındaki Kürt aydınları, kendilerini bir türlü o sözün muhatabı olarak göremiyorlardı: ” Gene geldik, Selahaddin!…”
O durum, herhalde Selahaddin Eyyubi’nin Batıyla kişisel bir meselesiydi!… Bu gün, onları ilgilendirmiyordu!… Belki de idraklerine onlarında bir deli gömleği giydirilmişti!…
Çünkü onlar da zorla uluslaşmak için, İngiliz, Fransız, Amerikan emperyalistlerinden ve hatta Sovyetlerden yardım ummuşlardı!… Botan emirliğinin merkezi Cizre neyse de, merkez olarak hayal ettikleri Diyarbakır’ın daha 1870′lerde 19.000 nüfuslu bir Osmanlı ve ağırlıklı Hristiyan şehri olduğunu ve orda yaşayan Müslüman Kürtlerin de bir azınlık olduğunu unutmuşlardı!…
IXX. yüzyılın ortalarında, Tanzimat sürecinde Osmanlı, batının karşı konulmaz istekleri doğrultusunda, toprakları özelleştirmeye açan bir dizi kararlar aldı…Cizre- Botan Emiri ‘nin bölgede dengeleri bozup, bölgede güç ve nüfuzunu geliştirmekle ilişkili olarak yaptığı, başkaldırıların da bu kararın alınmasında ya da hızlandırılmasında etkisi söz konusu olabilir…
1842-1847 arasında yeterli derecede güçlü olduğuna inanan, Bedirhan Bey, İrandaki büyük Kürt beyliği olan Erdalanlar’ı da ikna ederek, çevresinde topladığı aşiretlerle birlikte daha güçlü bir başkaldırı hareketinde bulunmuş, Osmanlı da bu başkaldırıya uzun bir zaman sonra nihayetinde Eruh kalesinde bu sülaleleyi esir alarak bastırmış, önce İstanbul’a ve sonra da Bedirhan bey ve ailesinin bir kısmını Girit adasına sürmüş, bir kısmını da İstanbul’da tutmuştu… Bedirhan Bey’in İngilizlerle başarılı arabulucuk etkinliğinden sonra da kendisine ”Paşa” ünvanı verilmişti!…
Osmanlı, toprak sistemini değiştirdi; ve dolayısıyla, doğudaki bağımsız ekonomileri merkeze bağlama kararı aldı!… Bu emir ve aşiret liderlerinin kendi toprakları üzerinde eskisi gibi güçlerinin ve denetimlerinin olamıyacağının da bir işaretiydi…
Osmanlı’da ilk yasal Kürt örgütü, Osmanlı Kürt İttihak ve Terakki Cemiyeti olarak, 1908 yılında Diyarbakır’da kurulmuştu!… Aynı yıl İstanbulda da güzide Kürt aydın ve ileri gelenleri, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’ni kurmuşlardı… Ömür boyu başkanlığına da Şeydinanlar şeyhi, Şeyh Ubedullahın oğlu, Seyyid Abdülkadir Bey getirilmişti… 1918 yılında Kürdistan Teali Cemiyeti kurulmuş, ilerki yıllarda bunları, Kürt Neşr-i Maarif, Kürt Talebe Heyvi, Kürt Kadınlar Teali, Kürdistan Teşrik-i Mesai cemiyetleri ve Kürt Milli fırkası takip etmişti!…
Miralay Halit Cibran tarafından Erzurum’da 1920′lerin sonbaharında, Sevr süreci içinde gelişmeye başlayan Azadi (Hürriyet) örgütünün diğer kurucuları arasında, Yusuf Ziya Bey, Ekrem Cemil, Dr.Fuat, Kadri Cemilpaşa, İsmail Hakkı ve bir çok subay kökenli aydın insanın yanısıra, Bitlis Milletvekilleri Rıza ve Kemal Fevzi beyler ve isyana ismi verilen Şeyh Sait Nakşibendi efendi de vardır… Miralay Halit Cibran, Şeyh Said’in aynı zamanda kayınbiraderidir!… Örgütün önemli adamlarından, İsmail Hakkı’nın örgütün dışişleri sorumlusu olarak, Baku’de yapılan ”Doğu Halkları Kurultayı”na katıldığı bilinir…
Aslında Batılılaşma süreci içersinde, İttihak ve Terakkinin başlattığı ”Türklük” hareketi içinde Kürt kökenli aydınların da yer alması ve hatta bazılarının (Abdullah Cevdet, İshak Sukuti…) kurucularından olması ilginçtir… Botan emirinin oğlu Bedirhan Bey, peygamber soyundan gelen Şeydinanlar aşiretinden Şeyh Ubedullahın oğlu Seyyit Abdülkadir , meşhur Said-i (Kürdi) Nursi de bu cemiyetin önemli üyeleriydiler!…
Henüz bu aydınlar arasında, ekonomik ve siyasi çıkarların ötesinde, Kürt Ulusalcılığı daha henüz tam anlamıyla filizlenmemişti… Batı’dan etkilenmiş ve büyük kentlerde bir nedenle yaşayan Kürt seçkinleri ve aydınları arasında basın yoluyla Kürtlükle ilgili kültürel bir gelişme söz konusuydu… Herkes ağirlıklı varolan monarşiye ve halifeye bağlıydılar!… Zaten bölgede, geçmişte Osmanlıyla olan tüm çatışmaların temelini de siyasi güç ve nüfuz hırsı ve de ekonomi belirliyordu…
Azadi örgütü, çöküş sürecindeki imparatorluk bünyesinde, daha önce çeşitli Kürt milliyetçisi vb. örgütleri ve aşiretleri barış içinde bünyesinde toplamaya çalışan ve bir parti örgütlenmesinden ziyade illegal bir komite olarak , genel siyasi bir platforma dönüşmeyi de amaçlıyan bir görüntü sunuyordu…Bu örgüt etrafında toplanan üyelerin bir kesimi de Ulusal Kurtuluş hareketine ve Mustafa Kemal’e destek veriyordu!… Bu komitenin, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’in Ankara’da kurduğu söylenen İstiklala Kürdistan örgütüyle birleştiği de söylenir… Azadi örgütünün (Kürt İstiklal Komitesi…) farklı isimlerle anılma gibi farklı bir gerçeği de vardır!… Kürt ulusal hareketinin resmi tarihini sözümona yazmak isteyenler de bu konuda farklı isimlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Kürdistan İstiklal Cemiyeti, Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti, Kürdistan İstiklal Komitesi, Kürdistan Bağımsızlık Komitesi, Kürt İstiklal Komiteleri, gibi isimlerle anılan bu örgütün 1924 yılında oluşan Beytüşşebap İsyanı’nın geri planında olduğu ve 1925 yılı itibariyle gelişen diğer Kürt hareketlerinin arkasında olduğu söylenmektedir… Ancak bu hareketlerde, şeriat ön plana çıkmakta, siyaseten ulus olma sürecini tamamlayamamış aşiret ekonomileri karşımızda yer almaktadır…
Şeyh Said, bölgenin köklü ve büyük ailelerinden birinin çocuğu olarak, Erzurum’un Hınıs ilçesinin bu günkü Kolhisar köyünde dünyaya geldi… Ailenin bir kanadının; Şeyh Said’in büyük dedesinin büyük dedesi Seyyit Haşim’in peygamber torunu, Hz.Hüseyin’in soyundan geldiğine inanılır… Babası Şeyh Mahmud Efendi oğluna, Muhammed Said adını koydu. Muhammed Said’in büyük dedelerinden, Şeyh Kasım’da, 1639 yıllarında Doğu seferinden dönen IV.Murad’a, Diyarbakır’da konaklarken diğer şeyhler ve seyyidlerle birlikte biat edilmesi talebini red etmiş bir şahsiyetti…
IV.Murat, doğuda ki bu son Revan Seferi’ nden sonra, Bağdat seferini de bitiren padişah olarak, İran’la 1639 yılında meşhur Kasr-ı Şirin antlaşmasını imzalamıştı… Yavuz Sultan Selim’in 1512′de başlattığı Doğu Siyesetini artık halletmek ve yüzünü batıya çevirmek istiyordu…
O günlerde, bölgedeki yirmibeş yerel şeyhden yirmidördü, Şah İsmail’e karşı Yavuz’un yanında yer almışlardı!… Ve sadık kalanların statüleri Tanzimat’a kadar korunmuş ve sonra bölgedeki bu bağımsız yapı değiştirilmişti!… Ve bu günkü İran’la olan sınır, Cumhuriyet döneminde ufak bir stratejik rötuş dışında, aynen o antlaşmadaki sınırları koruyordu!… IV.Murat, bölgedeki seyyid, şeyhler, mollalar, müderrisler, beyler ve ağaları bir araya toplayıp, Osmanlıya olan hoşnutsuzluğun giderilmesini ve onların da kendisine biat etmesini istiyordu… O bölgenin seyyid, şeyh, molla, müderris ve alimlerinin büyük bir statüleri olduğunu, reel İslam üzerinde önemli bir etkileri olduğunu biliyordu!… Yakın zamanımızda olduğu gibi, o günde, bölge halkı üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptiler ve Doğu feodalitesinin egemen güçleri, bu gün olduğu gibi, o gün de onlardı!…
Bi’at etmeyi reddenler arasına bu günkü Bedirhan aşiretinin şeyhiyle bazı seyyit, şeyh ve mollalar da vardı… Şeyh Said’inde büyük dedesi Şeyh Kasım şöyle diyordu: ”.. Ben idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendi sarayında içki içen adama bi’at etmem!…”
IV.Murat’ın tepkisi gene çok şiddetliyd, … Köyler yakılıp, yıkılmış, secereler yok olmuş, yakın tarihte olduğu gibi, suçsuz insanlar ayrımsız öldürülmüş ve önemli bir kısmı Batı’ya tehcir edilmişti… Olası, Safeviler’e yönelebilecek muhalefet de bir şekilde tasfiye edilmiş oluyordu… Ve bu arada, Şeyh Kasım ve ailesinden birçok insan da köylerinden ve canından olmuştur…
Şeyh Said, Hınıs’da iyi bir medrese eğitimi almış, sonra medresesini kurmuş, büyük hayvan sürülerine sahip, Gülistan’dan Mezopotamya’ya kadar geniş bir alanda ticaret yapan, dolayısıyla geniş bir iş ve sosyal çevreye sahip, karizmatik bir insandı… Yaşadığı ve çalıştığı toplumsal alanlarda köklü ve soylu bir aileden gelmesiyle de tanınıyordu…
CHP lideri, İsmet İnönü, Ulus Gazetesi’nde 1969 yılında yayınlanan anılarında Şeyh Said İsyanı’nı şöyle tarif eder: ”…Kürtler Ermeni tehlikesini biliyorlardı. Milli Mücadele’nin devamında canla başla beraberlik gösterdiler. Lozan Muahedesi yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Biz Lozan’da milli davamızı Türkler ve Kürtler olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik. Şeyh Said isyanı, bu Kürtlerin umumi tutumundan ayrılan bir sapmadır….”
1924-1938 yılları arasında Doğu bölgemizde tam onyedi adet irili ufaklı, başkaldırı yapılmıştı…
Şeyh Said, yeni rejimin şeriat dışı, uluscu ve laik yönünden memnun değildi… Şeyh Said İsyanı olarak tanımlanan eylemler dizisi de son gelişmelerden dolayı Azadi örgütünün lideri Halit Cibran ve arkadaşlarının tutuklanmasıyla, onların düşündükleri hedef ve zamanlamadan farklı bir gelişme gösterdi…
Askeri bir müfrezenin de Şeyh Said’in bulunduğu köyde kaçakları araması gibi nedenle, o an ki zorunluluktan düşünüldüğünden daha erken başlatılmış, ancak silahlı gücü kuvvetli bir hareketti!… Bu hareket başlamadan Şeyh Said aşiretlerin şeyh ve beylerine bir mektup yazarak, özetle şöyle diyordu:
Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kuran ahkamını ihlal edip, Halifeyi sürmüşlerdir. Sizleri, Allah ve peygamberi inkar eden bu gayr-ı meşru idarenin yıkılması için, mezhep ve tarikat ayrımı gözetmeksizin ve isteyene de istediği toprakları vermek kaydıyla(!), gaza ve cihada davet ediyorum. Bu dinsiz hükümet bizleri de dinsiz yapacak! Bunlarla cihad farzdır!… Allah yolunda cihad edin ve öldürün!… İmza: Emir el’ Mücahidin El Seyyid Muhammed Said El Nakşibendi
Büyük İslam savaşçısı Selahaddin Eyyubi bir Kürt Beyi ve hükümdarı idi!… Haçlıların iflahını kesmiş, bölgedeki Haçlı Devleti’ni bitirmişti!… Ve onların torunları, batılı emperyalistler bunu hiçbir zaman unutmamıştı… Bu gün siyaseten onun kimliğini kullanmaya çalışanlar da, mütevaziliğini, onun yüce karakterini, felsefesini iyice araştırıp, sorgulasınlar!…
Kendilerini bir an önce Osmanlı’dan koparmak isteyen, çok az bilimsel veriyle, sözümona resmi tarihlerini yazmak, aşiretlerden kısa zamanda bir ulus yaratmak isteyen Kürt aydınları, İngilizler Mezopotamya’yı işgale başlayınca, İngiliz Mareşal Allenby’nin, Şam’da, bu coğrafyada, Haçlılar’in saldirgan ve yagmaci zihniyetine karşı duruşun, bir simgesi sayılacak olan Selahaddin Eyyubi’nin türbesine gelip ve ayağıyla sandukasına vurarak, ” Gene geldik ey Selahaddin!…” demesine demek ki hala , her hangi bir anlam veremiyorlardı!…
Benzer hareketi Fransız işgal ordusu generali de gene Selahaddin Eyyubi’yi muhatap alarak yapmıştı; kılıcını havaya kaldırıp, ”… Ey Selahaddin Eyyubi, dokuzyüzyıl sonra gene geldik” diye bağırmıştı!… Ve gene emperyalizmin tarihsel belleği bizim zavallılığımıza inatla daha iyi çalışıyordu; İngilizler İkibinüç’lü yıllarda Irak’ın işgalinde, Basra’ya yıllar sonra tekrar asker çıkardıklarında, bandolarıyla şenlik yapıp; bağırarak, ”Seksen yıl sonra tekrar geldik”i kutluyorlardı!… Kürt kardeşlerimiz, bunu da unutmasın, bu sözler de kulaklarına küpe olsun!…
Bazı Kürt aydınları(!)na göre bölge, Osmanlı zamanında da bir sömürgeydi… Yani, İslam halifesi hem de o dini bütün bölgeyi, nasılsa, batılı bir anlayışla, bir sömürge olarak kullanıyordu! Bu gün de siyaseten kullanılan bu kavram, Kürt feodalitesinin hala bu gün varlığını bir şekilde sürdüren; aşiret ağasından ailedeki bebeklere kadar inen sömürü piramiti karşısında bir ironi miydi?…
İyi de, o yıllarda ve bu yıllarda, Batı’dan yardım isterken, bunun önemli bir karşılığı olacağını, büyük bir bedel ödenmesi gerektiğini düşünemiyorlar mıydı?… Ve batının enjekte ettiği milliyetçilik kavramını, diğer Osmanlı halkları gibi, bir reçete olarak kabul ediyorlardı…
Ve nedense, feodaliteyi aşmadan, ”Ulus devlet” kurma sevdasındaki Kürt aydınları, kendilerini bir türlü o sözün muhatabı olarak göremiyorlardı: ” Gene geldik, Selahaddin!…”
O durum, herhalde Selahaddin Eyyubi’nin Batıyla kişisel bir meselesiydi!… Bu gün, onları ilgilendirmiyordu!… Belki de idraklerine onlarında bir deli gömleği giydirilmişti!…
Çünkü onlar da zorla uluslaşmak için, İngiliz, Fransız, Amerikan emperyalistlerinden ve hatta Sovyetlerden yardım ummuşlardı!… Botan emirliğinin merkezi Cizre neyse de, merkez olarak hayal ettikleri Diyarbakır’ın daha 1870′lerde 19.000 nüfuslu bir Osmanlı ve ağırlıklı Hristiyan şehri olduğunu ve orda yaşayan Müslüman Kürtlerin de bir azınlık olduğunu unutmuşlardı!…
IXX. yüzyılın ortalarında, Tanzimat sürecinde Osmanlı, batının karşı konulmaz istekleri doğrultusunda, toprakları özelleştirmeye açan bir dizi kararlar aldı…Cizre- Botan Emiri ‘nin bölgede dengeleri bozup, bölgede güç ve nüfuzunu geliştirmekle ilişkili olarak yaptığı, başkaldırıların da bu kararın alınmasında ya da hızlandırılmasında etkisi söz konusu olabilir…
1842-1847 arasında yeterli derecede güçlü olduğuna inanan, Bedirhan Bey, İrandaki büyük Kürt beyliği olan Erdalanlar’ı da ikna ederek, çevresinde topladığı aşiretlerle birlikte daha güçlü bir başkaldırı hareketinde bulunmuş, Osmanlı da bu başkaldırıya uzun bir zaman sonra nihayetinde Eruh kalesinde bu sülaleleyi esir alarak bastırmış, önce İstanbul’a ve sonra da Bedirhan bey ve ailesinin bir kısmını Girit adasına sürmüş, bir kısmını da İstanbul’da tutmuştu… Bedirhan Bey’in İngilizlerle başarılı arabulucuk etkinliğinden sonra da kendisine ”Paşa” ünvanı verilmişti!…
Osmanlı, toprak sistemini değiştirdi; ve dolayısıyla, doğudaki bağımsız ekonomileri merkeze bağlama kararı aldı!… Bu emir ve aşiret liderlerinin kendi toprakları üzerinde eskisi gibi güçlerinin ve denetimlerinin olamıyacağının da bir işaretiydi…
Osmanlı’da ilk yasal Kürt örgütü, Osmanlı Kürt İttihak ve Terakki Cemiyeti olarak, 1908 yılında Diyarbakır’da kurulmuştu!… Aynı yıl İstanbulda da güzide Kürt aydın ve ileri gelenleri, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’ni kurmuşlardı… Ömür boyu başkanlığına da Şeydinanlar şeyhi, Şeyh Ubedullahın oğlu, Seyyid Abdülkadir Bey getirilmişti… 1918 yılında Kürdistan Teali Cemiyeti kurulmuş, ilerki yıllarda bunları, Kürt Neşr-i Maarif, Kürt Talebe Heyvi, Kürt Kadınlar Teali, Kürdistan Teşrik-i Mesai cemiyetleri ve Kürt Milli fırkası takip etmişti!…
Miralay Halit Cibran tarafından Erzurum’da 1920′lerin sonbaharında, Sevr süreci içinde gelişmeye başlayan Azadi (Hürriyet) örgütünün diğer kurucuları arasında, Yusuf Ziya Bey, Ekrem Cemil, Dr.Fuat, Kadri Cemilpaşa, İsmail Hakkı ve bir çok subay kökenli aydın insanın yanısıra, Bitlis Milletvekilleri Rıza ve Kemal Fevzi beyler ve isyana ismi verilen Şeyh Sait Nakşibendi efendi de vardır… Miralay Halit Cibran, Şeyh Said’in aynı zamanda kayınbiraderidir!… Örgütün önemli adamlarından, İsmail Hakkı’nın örgütün dışişleri sorumlusu olarak, Baku’de yapılan ”Doğu Halkları Kurultayı”na katıldığı bilinir…
Aslında Batılılaşma süreci içersinde, İttihak ve Terakkinin başlattığı ”Türklük” hareketi içinde Kürt kökenli aydınların da yer alması ve hatta bazılarının (Abdullah Cevdet, İshak Sukuti…) kurucularından olması ilginçtir… Botan emirinin oğlu Bedirhan Bey, peygamber soyundan gelen Şeydinanlar aşiretinden Şeyh Ubedullahın oğlu Seyyit Abdülkadir , meşhur Said-i (Kürdi) Nursi de bu cemiyetin önemli üyeleriydiler!…
Henüz bu aydınlar arasında, ekonomik ve siyasi çıkarların ötesinde, Kürt Ulusalcılığı daha henüz tam anlamıyla filizlenmemişti… Batı’dan etkilenmiş ve büyük kentlerde bir nedenle yaşayan Kürt seçkinleri ve aydınları arasında basın yoluyla Kürtlükle ilgili kültürel bir gelişme söz konusuydu… Herkes ağirlıklı varolan monarşiye ve halifeye bağlıydılar!… Zaten bölgede, geçmişte Osmanlıyla olan tüm çatışmaların temelini de siyasi güç ve nüfuz hırsı ve de ekonomi belirliyordu…
Azadi örgütü, çöküş sürecindeki imparatorluk bünyesinde, daha önce çeşitli Kürt milliyetçisi vb. örgütleri ve aşiretleri barış içinde bünyesinde toplamaya çalışan ve bir parti örgütlenmesinden ziyade illegal bir komite olarak , genel siyasi bir platforma dönüşmeyi de amaçlıyan bir görüntü sunuyordu…Bu örgüt etrafında toplanan üyelerin bir kesimi de Ulusal Kurtuluş hareketine ve Mustafa Kemal’e destek veriyordu!… Bu komitenin, Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’in Ankara’da kurduğu söylenen İstiklala Kürdistan örgütüyle birleştiği de söylenir… Azadi örgütünün (Kürt İstiklal Komitesi…) farklı isimlerle anılma gibi farklı bir gerçeği de vardır!… Kürt ulusal hareketinin resmi tarihini sözümona yazmak isteyenler de bu konuda farklı isimlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Kürdistan İstiklal Cemiyeti, Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti, Kürdistan İstiklal Komitesi, Kürdistan Bağımsızlık Komitesi, Kürt İstiklal Komiteleri, gibi isimlerle anılan bu örgütün 1924 yılında oluşan Beytüşşebap İsyanı’nın geri planında olduğu ve 1925 yılı itibariyle gelişen diğer Kürt hareketlerinin arkasında olduğu söylenmektedir… Ancak bu hareketlerde, şeriat ön plana çıkmakta, siyaseten ulus olma sürecini tamamlayamamış aşiret ekonomileri karşımızda yer almaktadır…
Şeyh Said, bölgenin köklü ve büyük ailelerinden birinin çocuğu olarak, Erzurum’un Hınıs ilçesinin bu günkü Kolhisar köyünde dünyaya geldi… Ailenin bir kanadının; Şeyh Said’in büyük dedesinin büyük dedesi Seyyit Haşim’in peygamber torunu, Hz.Hüseyin’in soyundan geldiğine inanılır… Babası Şeyh Mahmud Efendi oğluna, Muhammed Said adını koydu. Muhammed Said’in büyük dedelerinden, Şeyh Kasım’da, 1639 yıllarında Doğu seferinden dönen IV.Murad’a, Diyarbakır’da konaklarken diğer şeyhler ve seyyidlerle birlikte biat edilmesi talebini red etmiş bir şahsiyetti…
IV.Murat, doğuda ki bu son Revan Seferi’ nden sonra, Bağdat seferini de bitiren padişah olarak, İran’la 1639 yılında meşhur Kasr-ı Şirin antlaşmasını imzalamıştı… Yavuz Sultan Selim’in 1512′de başlattığı Doğu Siyesetini artık halletmek ve yüzünü batıya çevirmek istiyordu…
O günlerde, bölgedeki yirmibeş yerel şeyhden yirmidördü, Şah İsmail’e karşı Yavuz’un yanında yer almışlardı!… Ve sadık kalanların statüleri Tanzimat’a kadar korunmuş ve sonra bölgedeki bu bağımsız yapı değiştirilmişti!… Ve bu günkü İran’la olan sınır, Cumhuriyet döneminde ufak bir stratejik rötuş dışında, aynen o antlaşmadaki sınırları koruyordu!… IV.Murat, bölgedeki seyyid, şeyhler, mollalar, müderrisler, beyler ve ağaları bir araya toplayıp, Osmanlıya olan hoşnutsuzluğun giderilmesini ve onların da kendisine biat etmesini istiyordu… O bölgenin seyyid, şeyh, molla, müderris ve alimlerinin büyük bir statüleri olduğunu, reel İslam üzerinde önemli bir etkileri olduğunu biliyordu!… Yakın zamanımızda olduğu gibi, o günde, bölge halkı üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptiler ve Doğu feodalitesinin egemen güçleri, bu gün olduğu gibi, o gün de onlardı!…
Bi’at etmeyi reddenler arasına bu günkü Bedirhan aşiretinin şeyhiyle bazı seyyit, şeyh ve mollalar da vardı… Şeyh Said’inde büyük dedesi Şeyh Kasım şöyle diyordu: ”.. Ben idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendi sarayında içki içen adama bi’at etmem!…”
IV.Murat’ın tepkisi gene çok şiddetliyd, … Köyler yakılıp, yıkılmış, secereler yok olmuş, yakın tarihte olduğu gibi, suçsuz insanlar ayrımsız öldürülmüş ve önemli bir kısmı Batı’ya tehcir edilmişti… Olası, Safeviler’e yönelebilecek muhalefet de bir şekilde tasfiye edilmiş oluyordu… Ve bu arada, Şeyh Kasım ve ailesinden birçok insan da köylerinden ve canından olmuştur…
Şeyh Said, Hınıs’da iyi bir medrese eğitimi almış, sonra medresesini kurmuş, büyük hayvan sürülerine sahip, Gülistan’dan Mezopotamya’ya kadar geniş bir alanda ticaret yapan, dolayısıyla geniş bir iş ve sosyal çevreye sahip, karizmatik bir insandı… Yaşadığı ve çalıştığı toplumsal alanlarda köklü ve soylu bir aileden gelmesiyle de tanınıyordu…
CHP lideri, İsmet İnönü, Ulus Gazetesi’nde 1969 yılında yayınlanan anılarında Şeyh Said İsyanı’nı şöyle tarif eder: ”…Kürtler Ermeni tehlikesini biliyorlardı. Milli Mücadele’nin devamında canla başla beraberlik gösterdiler. Lozan Muahedesi yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Biz Lozan’da milli davamızı Türkler ve Kürtler olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik. Şeyh Said isyanı, bu Kürtlerin umumi tutumundan ayrılan bir sapmadır….”
1924-1938 yılları arasında Doğu bölgemizde tam onyedi adet irili ufaklı, başkaldırı yapılmıştı…
Şeyh Said, yeni rejimin şeriat dışı, uluscu ve laik yönünden memnun değildi… Şeyh Said İsyanı olarak tanımlanan eylemler dizisi de son gelişmelerden dolayı Azadi örgütünün lideri Halit Cibran ve arkadaşlarının tutuklanmasıyla, onların düşündükleri hedef ve zamanlamadan farklı bir gelişme gösterdi…
Askeri bir müfrezenin de Şeyh Said’in bulunduğu köyde kaçakları araması gibi nedenle, o an ki zorunluluktan düşünüldüğünden daha erken başlatılmış, ancak silahlı gücü kuvvetli bir hareketti!… Bu hareket başlamadan Şeyh Said aşiretlerin şeyh ve beylerine bir mektup yazarak, özetle şöyle diyordu:
Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kuran ahkamını ihlal edip, Halifeyi sürmüşlerdir. Sizleri, Allah ve peygamberi inkar eden bu gayr-ı meşru idarenin yıkılması için, mezhep ve tarikat ayrımı gözetmeksizin ve isteyene de istediği toprakları vermek kaydıyla(!), gaza ve cihada davet ediyorum. Bu dinsiz hükümet bizleri de dinsiz yapacak! Bunlarla cihad farzdır!… Allah yolunda cihad edin ve öldürün!… İmza: Emir el’ Mücahidin El Seyyid Muhammed Said El Nakşibendi
Kürtler Mezopotamya’da yayılırken-1
Geçen Eylül ayının ikinci haftasında Washington Post muhabiri Amit R. Paley, ”Kürt Özerk Yönetimi” nin 13 km güneyinde ki Calavla’dan, bir haber geçiyordu… Bu haberde, Irak’lı Kürtlerin bölgede aşama aşama yayıldığı ve bu yüzden on binlerce Arap’ın evini terk etmek zorunda kaldığı belirtiliyordu…
Birinci Büyük Savaş’da Rus birliklerinin Mezopotamya’yı ele geçirmek için işgal ettikleri, ”Kürt Özerk yönetimi” nin 25 km güneyindeki Hanekin kentinde bu gün Kürt bayrakları dalgalanıyordu!… Kürtlerin mevcut oldukları bölge dışında, kontrol altına aldıkları alanlar, Doğu-Batı ekseninde 500 kilometreyi buluyordu!…. Bu alanın derinliği de güneye doğru yer yer 120 kilometreye yaklaşıyordu ki, toplam 60.000km2 (!) bir alandı, söz konusu olan… Kıyaslarsak; bu arazi, Türkiye Trakyası’nın yaklaşık yarısına tekabül ediyordu!…
Musul’un Suriye sınırındaki Sincar bölgesinde bir Arap aşiret lideri olan Abdullah el-Yaver, gene Washington Post muhabirine, Kürtlerin Arapları evlerinden kovduğunu, direnenleri de gözaltına alıp, Kürt bölgesindeki cezaevlerinde işkenceye tabi tuttuklarını, Kürtlerin ”Gestapo” gibi hareket ettiklerini, bu davranış biçimlerinin de Saddam Hüseyin’in yaptıklarının aynısı olduğunu söylüyordu!…
Fransız düşünür Jean Baudrillard, 2003 Mart’ında, ”Savaşın Maskesi” isimli makalesinde ”Körfez Savaşı”yla ilgili görüşlerini açıklarken Yönetmen Spilberg’in çok ilginç bir filmi olan ”Azınlık raporu” na (Spilberg’in sunduğu kurguda, yakın bir gelecekte işlenme olasılığı olan suçları, önceden saptama ön sezisine sahip beyinler ”precogs” marifetiyle, suçluyu suç işlemeden yakalayan ”pré-crimes” timler vardır!…) gönderme yaparak şunları söylüyordu:
” …gelecekte olası suç işleme tahminlerine bakarak, polis timleri suçluyu daha eyleme başlamadan yakalarlar. Bu gün Irak’taki savaşın senaryosu da böyle!… Gelecek zamanda olası suç eylemini (Saddam’ın sözüm ona kitle imha silahları kullanması kast edilerek…) henüz yumurtada gelişirken ortadan kaldırmak!… Peki varsayılan suç işlenecek miydi?… Bu kaçınılması olanaksız bir soruydu!…
Müdahale yapıldığı için, geriye bir cevap da kalmıyordu… Bu asla öğrenilemeyecek bir şeydi!… Önemli olan sanal bir suçun, kelimenin gerçek anlamıyla cezalandırılmış olmasıydı!…” Ona göre bu Irak savaşı’da bir ”Ghost event” ‘tı!… Yani bir hayalet olay!… Ve Amerika bu savaşta, şiddet ve terörün varolmasına doğrudan katkı sağlıyor ve sözümona güvenlik adı altında dünyaya sunduğu bu olasılıklarla, terörü de meşrulaştırıyor!… Bu ana mesaja paralel olarak, Nisan 2004′de İzmir’de yaptığı bir konuşmada da (Sayın Oğuz Adanır’ın çevirisiyle…) şöyle devam ediyordu:
”Buna benzeyen bir başka film de ”Dead Zone” dur… Bu filmdeki kahraman da geçirdiği bir kaza sonucu insan üstü yeteneklere kavuşmakta ve öykünün sonunda gelecekte savaş suçlusu olacağını ön gördüğü bir politikacıyı öldürmektedir… / Burada bir genelleme yapacak olursak, yalnız her türlü suçu değil, aynı zamanda mevcut düzen ya da gezegen boyutlarındaki bu baskı düzenini bozmaya yönelik her türlü programın sistemli bir şekilde engellenmeye çalışıldığını söyliyebiliriz. Günümüz politikası neredeyse bundan ibaret bir hale gelmiştir. Bu gün artık olumlu bir politik iradeden söz etmek mümkün değildir. İktidar, olumsuz anlamda bir caydırıcı, kamu sağlığını koruyucu, güvenliği sağlayıcı, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici, önlem alıcı bir güçten başka bir şey değildir. Bu strateji yalnızca geleceği değil, aynı zamanda geçmişte yaşanmış olayları da kapsamaktadır!…
2005 Temmuz’unda, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, AB’nin sınırı Türkiye’nin doğusunda biter derken, 1898′de Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan Genel Vali’si ve 1922′de Dışişleri Bakanı, Lord Curzon’ da, I.Büyük Savaş sonrasında, ”Fırat, İngiltere’nin batı sınırıdır!…” diyordu…
İlk Kürdistan tanımı Selçuklu prensi Sencer Bey’e aittir!… O, bu gün İran’ın bir bölgesinde bu isimle anılan küçük bir eyalet kurdurmuştur!… Osmanlıda’da Doğu’da o bölgede uygulanmamış merkeze bağlı, yeni tımar sistemini tanımlamaya yönelik (ilk ciddi, Kürt kökenli ayaklanma olan Cizre-Botan Emiri, Mir Bedirhan’ın başkaldırısının ardından (1846), ) kurulan böyle bir eyalet de mevcuttu…
Fransız Devrimi ve ondan kaynaklanan ”Ulusculuk”, yani milliyetçilik hareketleri, tüm Avrupa ile birlikte Ortadoğu ve Anadolu ve de Kafkasları bir zaman içinde etkisi altına aldı… Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hristiyan ve de Müslüman halkların bu hareketten etkilenmemesi mümkün değildi… Batı eğitimi almış, asker -sivil aydınlarda, bu süreci dikkatle izlemeye başladılar… Dünyadaki varolan ”Üretim İlişkilerini”; ekonomi , kültür ve siyaseti elinde tutan sınıf, kabuk değiştiriyordu!… Gezegenin ağırlıklı olarak batısını , yaklaşık yüzelli yıl alt üst edecek bir dönem başlıyordu!…
İmparatorluk bünyesinde Makedonya ve Arnavutluk’da ayrılıkçı ilk ulusal hareketler kendini göstermeye başlamıştı. Mısır, Yemen ve Hicaz’da da bazı kıpırdanmalar bir şekilde başlamıştı…
Ruslar ve Ermeni komitacıların da desteğiyle Doğu Anadolu’da da bazı hareketleri örgütlüyorlardı!… Sultan II.Abdülhamid, bu gelişmelere bir tedbir olarak Doğu’da ”Hamidiye Alayları”nı kurmuş, İstanbul’da kurdurduğu ”Aşiret Mektebi”nde eğittiği, Kürt, Arap aşiret reislerinin ve ileri gelenlerinin çocuklarına bu okulda askeri bir eğitim verdirdikten sonra, bu alayların başına komutan ya da subay olarak atanmalarını sağlamıştı!… Bu alaylar Doğu’da farklı şeyhlere bağlı Kürt aşiretlerinden toplanmış; gene aynı seçme yöntemiyle Trablus ve Yemen’de de bu tür alaylar kurulmuştu… Kafkaslarda Ruslar’a karşı savaşmış sonra Yemen’e gidip orda da imparatorluğunu savununurken çoğu şehit düşmüş ünlü 40.Alay’da , bu yapının içindeydi!… Bu günkü ”Korucu” sisteminin esin kaynağı da, Hamidiye Alayları’dır!…
Meşrutiyetle birlikte başlayan sivil hareketlerden biri de, ”Kürt Teali Cemiyeti” ydi… Teali, ”yüceltme” anlamına geliyordu… Cemiyet, Van-Başkale doğumlu Abdurrahim Rahim Zapsu , Seyyid Abdülkadir(başkan) ve arkadaşları tarafından kuruldu… Abdurrahim Rahim, baba tarafından Abdülkadir Geylani, ana tarafından da Abbasi sülalesinden geliyordu… Evliliğini de Bedirhan Aşiretinin lideri Bedirhan Paşa’nın torunlarından Arusi şeyhi M.Aziz Çınar’ın kızıyla yapmıştı… Aynı zamanlarda kurulan Kürt Talebe Ümit Cemiyeti’ nin de kurucularındandı… Bu şahsiyet, Şeyh Sait İsyanı’nda aktif olan ve ceza alan, Said-i Kurdi (Nursi) ile arkadaş olup, onla birlikte Ruslar’la savaşırken esir düşen Nargin Adası’nda esirlik yaşayan, üç ciltlik ”İslam Tarihi ” adlı yapıtı bulunan, Kürt kökenli, ilginç bir Osmanlı aydınıydı ve o dönemlerde ayrılıkçılığı savunmuyordu!…
1920′lerde Koçgiri Hareketi’ ni temsil eden Alişan Bey’in Ankara’daki meclisten talepleri, özerklik isteğiyle başlamaktaydı ve önce ki yıllarda tarihlenen Ermeniler’in talepleriyle benzerlik teşkil etmekteydi… Sevr’i de öne sürerek, İstanbul Hükümeti’nin kabul ettiği özerkliğin kabul edilmesini, bölgeden memurların geri çekilmesini, cezalı Kürtler’in serbest bırakılmasını, askerin geri çekilmesini, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis ve Van’da bir Kürt devleti kurulmasının talep ediyorlar; aksi takdirde zora başvuracaklarını bildiriyorlardı… 1920′nin Kasım ayının son günleriydi!… Ankara Hükümeti bu eylemleri, biraz da komutanın uygulama hatalarıyla, aşırı bir sertlikle bastırdı…
İlginçtir ki, o günlerde Yukarı Mezopotamya’da, Musul’da; Şeyh Mahmut yönetiminde Kürt aşiretleri, yaşadıkları coğrafyayı korumak için, İngiliz emperyalistleriyle savaşmaya çalışıyorlardı!… Ve Anadolu’nun Batı’sında bir ulusal bağımsızlık için başlatılmış savaş vardı… 1920 Nisan’ından itibaren, Batı Anadolu; İzmir bölgesinin yanısıra, Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Afyon’a kadar işgal edilmişti ve Yunanlılar Ankara’ya doğru yürüyüşlerini devam ettirmeye kararlıydılar!… Ve nedense, bu haksız Yunan harekatına, Amerika’nın prensipli başkanı (!) Wilson bile sessiz kalmıştı!…
Sevr Antlaşması’nın ardından, 1921 yılında, Aşiret Mektebi ve Harbiye çıkışlı, Miralay Halit Cibran Bey tarafından kuruluşu başlatılan ”Azadi” örgütü, fiilen 1923 yılında aktif hale geldi… Ruslar’la Doğu Cephesi’nde yaptığı başarılı savaşlarla, miralaylığa yükselen Halit Bey’in babası da Cibran aşireti’nin lideridir!…
Hepsinin gönlünde bir ”Enver olmak” yatan, bu Kürt kökenli Osmanlı aydınları, daha önce , Berlin Antlaşması’ ve misyonerlik etkinlikleriyle, Kürt, Ermeni milliyetçiliğinin yeşertilmeye başlandığı bir süreçte, Türkçü ideolojiyi, Kürtçü ideolojiye çevirmekte pek mahir davranmışlardır… Azadi örgütünün kurucu kadrosu, kent yaşamını bilen, ağırlıklı subaylardan oluşmuştu!… Halit Cibran Bey’de, bölgesinde ağırlığı olan, ayrıca Dersim’de sözü dinlenen, bir Osmanlı albayıydı… Halit Cibran Bey’in Sevr’in üzerinden daha iki ay geçmeden, 15.Haziran.1920 yılında, Lolan ve Hormek aşiret reislerinin de çağrıldığı ve meşhur(!) Binbaşı Kasım’ın da katıldığı toplantıda, şöyle diyordu:
” Kürtler ulu bir soydan gelmişlerdir!… Altıyüz yıldır aşiretler ve mezhepler arası çatışmadan dolayı esaret altında yaşıyoruz!… Alevi, Sünni, hepimiz Kürdüz; bir araya gelmenin, hakkımızı almanın zamanıdır!…” Buna karşın, aşiretleri temsilen ”Hallo Ağa” nın, ”Biz Kürt değiliz, sizle birlik olmayız…”… dediği söylenir!…
1927 yılında bazı Kürt aydın ve eşrafınca, Taşnaklı Vahan Papazyan’ın Beyruttaki evinde Hoybun (XOYBUN) örgütü kuruldu!… Öykündükleri örgüt biçimi, gene İttihak-Terakki tarzı, milliyetçi bir yapılanmaydı!… İçlerinde, subay, gazeteci, doktor, ağa, bey ve tarikat şeyhlerinin bulunduğu bu yapılanmanın da nihai hedefi Kuzey’de, bağımsız Kürdistan’ı kurmaktı!… Bu konuda Taşnaklarla birlikte hareket ettiler, ancak toprak paylaşımında bir türlü anlaşamadılar!… Dış güçlerden destek alamamış Ağrı İsyanı ve savaşta ilk vur-kaç taktiği uygulaması da bu örgütün, ”Fedai Desteleri” nce uygulanmıştır!…
Birinci Büyük Savaş’da Rus birliklerinin Mezopotamya’yı ele geçirmek için işgal ettikleri, ”Kürt Özerk yönetimi” nin 25 km güneyindeki Hanekin kentinde bu gün Kürt bayrakları dalgalanıyordu!… Kürtlerin mevcut oldukları bölge dışında, kontrol altına aldıkları alanlar, Doğu-Batı ekseninde 500 kilometreyi buluyordu!…. Bu alanın derinliği de güneye doğru yer yer 120 kilometreye yaklaşıyordu ki, toplam 60.000km2 (!) bir alandı, söz konusu olan… Kıyaslarsak; bu arazi, Türkiye Trakyası’nın yaklaşık yarısına tekabül ediyordu!…
Musul’un Suriye sınırındaki Sincar bölgesinde bir Arap aşiret lideri olan Abdullah el-Yaver, gene Washington Post muhabirine, Kürtlerin Arapları evlerinden kovduğunu, direnenleri de gözaltına alıp, Kürt bölgesindeki cezaevlerinde işkenceye tabi tuttuklarını, Kürtlerin ”Gestapo” gibi hareket ettiklerini, bu davranış biçimlerinin de Saddam Hüseyin’in yaptıklarının aynısı olduğunu söylüyordu!…
Fransız düşünür Jean Baudrillard, 2003 Mart’ında, ”Savaşın Maskesi” isimli makalesinde ”Körfez Savaşı”yla ilgili görüşlerini açıklarken Yönetmen Spilberg’in çok ilginç bir filmi olan ”Azınlık raporu” na (Spilberg’in sunduğu kurguda, yakın bir gelecekte işlenme olasılığı olan suçları, önceden saptama ön sezisine sahip beyinler ”precogs” marifetiyle, suçluyu suç işlemeden yakalayan ”pré-crimes” timler vardır!…) gönderme yaparak şunları söylüyordu:
” …gelecekte olası suç işleme tahminlerine bakarak, polis timleri suçluyu daha eyleme başlamadan yakalarlar. Bu gün Irak’taki savaşın senaryosu da böyle!… Gelecek zamanda olası suç eylemini (Saddam’ın sözüm ona kitle imha silahları kullanması kast edilerek…) henüz yumurtada gelişirken ortadan kaldırmak!… Peki varsayılan suç işlenecek miydi?… Bu kaçınılması olanaksız bir soruydu!…
Müdahale yapıldığı için, geriye bir cevap da kalmıyordu… Bu asla öğrenilemeyecek bir şeydi!… Önemli olan sanal bir suçun, kelimenin gerçek anlamıyla cezalandırılmış olmasıydı!…” Ona göre bu Irak savaşı’da bir ”Ghost event” ‘tı!… Yani bir hayalet olay!… Ve Amerika bu savaşta, şiddet ve terörün varolmasına doğrudan katkı sağlıyor ve sözümona güvenlik adı altında dünyaya sunduğu bu olasılıklarla, terörü de meşrulaştırıyor!… Bu ana mesaja paralel olarak, Nisan 2004′de İzmir’de yaptığı bir konuşmada da (Sayın Oğuz Adanır’ın çevirisiyle…) şöyle devam ediyordu:
”Buna benzeyen bir başka film de ”Dead Zone” dur… Bu filmdeki kahraman da geçirdiği bir kaza sonucu insan üstü yeteneklere kavuşmakta ve öykünün sonunda gelecekte savaş suçlusu olacağını ön gördüğü bir politikacıyı öldürmektedir… / Burada bir genelleme yapacak olursak, yalnız her türlü suçu değil, aynı zamanda mevcut düzen ya da gezegen boyutlarındaki bu baskı düzenini bozmaya yönelik her türlü programın sistemli bir şekilde engellenmeye çalışıldığını söyliyebiliriz. Günümüz politikası neredeyse bundan ibaret bir hale gelmiştir. Bu gün artık olumlu bir politik iradeden söz etmek mümkün değildir. İktidar, olumsuz anlamda bir caydırıcı, kamu sağlığını koruyucu, güvenliği sağlayıcı, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici, önlem alıcı bir güçten başka bir şey değildir. Bu strateji yalnızca geleceği değil, aynı zamanda geçmişte yaşanmış olayları da kapsamaktadır!…
2005 Temmuz’unda, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, AB’nin sınırı Türkiye’nin doğusunda biter derken, 1898′de Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan Genel Vali’si ve 1922′de Dışişleri Bakanı, Lord Curzon’ da, I.Büyük Savaş sonrasında, ”Fırat, İngiltere’nin batı sınırıdır!…” diyordu…
İlk Kürdistan tanımı Selçuklu prensi Sencer Bey’e aittir!… O, bu gün İran’ın bir bölgesinde bu isimle anılan küçük bir eyalet kurdurmuştur!… Osmanlıda’da Doğu’da o bölgede uygulanmamış merkeze bağlı, yeni tımar sistemini tanımlamaya yönelik (ilk ciddi, Kürt kökenli ayaklanma olan Cizre-Botan Emiri, Mir Bedirhan’ın başkaldırısının ardından (1846), ) kurulan böyle bir eyalet de mevcuttu…
Fransız Devrimi ve ondan kaynaklanan ”Ulusculuk”, yani milliyetçilik hareketleri, tüm Avrupa ile birlikte Ortadoğu ve Anadolu ve de Kafkasları bir zaman içinde etkisi altına aldı… Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hristiyan ve de Müslüman halkların bu hareketten etkilenmemesi mümkün değildi… Batı eğitimi almış, asker -sivil aydınlarda, bu süreci dikkatle izlemeye başladılar… Dünyadaki varolan ”Üretim İlişkilerini”; ekonomi , kültür ve siyaseti elinde tutan sınıf, kabuk değiştiriyordu!… Gezegenin ağırlıklı olarak batısını , yaklaşık yüzelli yıl alt üst edecek bir dönem başlıyordu!…
İmparatorluk bünyesinde Makedonya ve Arnavutluk’da ayrılıkçı ilk ulusal hareketler kendini göstermeye başlamıştı. Mısır, Yemen ve Hicaz’da da bazı kıpırdanmalar bir şekilde başlamıştı…
Ruslar ve Ermeni komitacıların da desteğiyle Doğu Anadolu’da da bazı hareketleri örgütlüyorlardı!… Sultan II.Abdülhamid, bu gelişmelere bir tedbir olarak Doğu’da ”Hamidiye Alayları”nı kurmuş, İstanbul’da kurdurduğu ”Aşiret Mektebi”nde eğittiği, Kürt, Arap aşiret reislerinin ve ileri gelenlerinin çocuklarına bu okulda askeri bir eğitim verdirdikten sonra, bu alayların başına komutan ya da subay olarak atanmalarını sağlamıştı!… Bu alaylar Doğu’da farklı şeyhlere bağlı Kürt aşiretlerinden toplanmış; gene aynı seçme yöntemiyle Trablus ve Yemen’de de bu tür alaylar kurulmuştu… Kafkaslarda Ruslar’a karşı savaşmış sonra Yemen’e gidip orda da imparatorluğunu savununurken çoğu şehit düşmüş ünlü 40.Alay’da , bu yapının içindeydi!… Bu günkü ”Korucu” sisteminin esin kaynağı da, Hamidiye Alayları’dır!…
Meşrutiyetle birlikte başlayan sivil hareketlerden biri de, ”Kürt Teali Cemiyeti” ydi… Teali, ”yüceltme” anlamına geliyordu… Cemiyet, Van-Başkale doğumlu Abdurrahim Rahim Zapsu , Seyyid Abdülkadir(başkan) ve arkadaşları tarafından kuruldu… Abdurrahim Rahim, baba tarafından Abdülkadir Geylani, ana tarafından da Abbasi sülalesinden geliyordu… Evliliğini de Bedirhan Aşiretinin lideri Bedirhan Paşa’nın torunlarından Arusi şeyhi M.Aziz Çınar’ın kızıyla yapmıştı… Aynı zamanlarda kurulan Kürt Talebe Ümit Cemiyeti’ nin de kurucularındandı… Bu şahsiyet, Şeyh Sait İsyanı’nda aktif olan ve ceza alan, Said-i Kurdi (Nursi) ile arkadaş olup, onla birlikte Ruslar’la savaşırken esir düşen Nargin Adası’nda esirlik yaşayan, üç ciltlik ”İslam Tarihi ” adlı yapıtı bulunan, Kürt kökenli, ilginç bir Osmanlı aydınıydı ve o dönemlerde ayrılıkçılığı savunmuyordu!…
1920′lerde Koçgiri Hareketi’ ni temsil eden Alişan Bey’in Ankara’daki meclisten talepleri, özerklik isteğiyle başlamaktaydı ve önce ki yıllarda tarihlenen Ermeniler’in talepleriyle benzerlik teşkil etmekteydi… Sevr’i de öne sürerek, İstanbul Hükümeti’nin kabul ettiği özerkliğin kabul edilmesini, bölgeden memurların geri çekilmesini, cezalı Kürtler’in serbest bırakılmasını, askerin geri çekilmesini, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis ve Van’da bir Kürt devleti kurulmasının talep ediyorlar; aksi takdirde zora başvuracaklarını bildiriyorlardı… 1920′nin Kasım ayının son günleriydi!… Ankara Hükümeti bu eylemleri, biraz da komutanın uygulama hatalarıyla, aşırı bir sertlikle bastırdı…
İlginçtir ki, o günlerde Yukarı Mezopotamya’da, Musul’da; Şeyh Mahmut yönetiminde Kürt aşiretleri, yaşadıkları coğrafyayı korumak için, İngiliz emperyalistleriyle savaşmaya çalışıyorlardı!… Ve Anadolu’nun Batı’sında bir ulusal bağımsızlık için başlatılmış savaş vardı… 1920 Nisan’ından itibaren, Batı Anadolu; İzmir bölgesinin yanısıra, Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Afyon’a kadar işgal edilmişti ve Yunanlılar Ankara’ya doğru yürüyüşlerini devam ettirmeye kararlıydılar!… Ve nedense, bu haksız Yunan harekatına, Amerika’nın prensipli başkanı (!) Wilson bile sessiz kalmıştı!…
Sevr Antlaşması’nın ardından, 1921 yılında, Aşiret Mektebi ve Harbiye çıkışlı, Miralay Halit Cibran Bey tarafından kuruluşu başlatılan ”Azadi” örgütü, fiilen 1923 yılında aktif hale geldi… Ruslar’la Doğu Cephesi’nde yaptığı başarılı savaşlarla, miralaylığa yükselen Halit Bey’in babası da Cibran aşireti’nin lideridir!…
Hepsinin gönlünde bir ”Enver olmak” yatan, bu Kürt kökenli Osmanlı aydınları, daha önce , Berlin Antlaşması’ ve misyonerlik etkinlikleriyle, Kürt, Ermeni milliyetçiliğinin yeşertilmeye başlandığı bir süreçte, Türkçü ideolojiyi, Kürtçü ideolojiye çevirmekte pek mahir davranmışlardır… Azadi örgütünün kurucu kadrosu, kent yaşamını bilen, ağırlıklı subaylardan oluşmuştu!… Halit Cibran Bey’de, bölgesinde ağırlığı olan, ayrıca Dersim’de sözü dinlenen, bir Osmanlı albayıydı… Halit Cibran Bey’in Sevr’in üzerinden daha iki ay geçmeden, 15.Haziran.1920 yılında, Lolan ve Hormek aşiret reislerinin de çağrıldığı ve meşhur(!) Binbaşı Kasım’ın da katıldığı toplantıda, şöyle diyordu:
” Kürtler ulu bir soydan gelmişlerdir!… Altıyüz yıldır aşiretler ve mezhepler arası çatışmadan dolayı esaret altında yaşıyoruz!… Alevi, Sünni, hepimiz Kürdüz; bir araya gelmenin, hakkımızı almanın zamanıdır!…” Buna karşın, aşiretleri temsilen ”Hallo Ağa” nın, ”Biz Kürt değiliz, sizle birlik olmayız…”… dediği söylenir!…
1927 yılında bazı Kürt aydın ve eşrafınca, Taşnaklı Vahan Papazyan’ın Beyruttaki evinde Hoybun (XOYBUN) örgütü kuruldu!… Öykündükleri örgüt biçimi, gene İttihak-Terakki tarzı, milliyetçi bir yapılanmaydı!… İçlerinde, subay, gazeteci, doktor, ağa, bey ve tarikat şeyhlerinin bulunduğu bu yapılanmanın da nihai hedefi Kuzey’de, bağımsız Kürdistan’ı kurmaktı!… Bu konuda Taşnaklarla birlikte hareket ettiler, ancak toprak paylaşımında bir türlü anlaşamadılar!… Dış güçlerden destek alamamış Ağrı İsyanı ve savaşta ilk vur-kaç taktiği uygulaması da bu örgütün, ”Fedai Desteleri” nce uygulanmıştır!…
DTP oloağanüstü kongreye hazırlanıyor
DTP, 4 Ekim'de yapılacak 3'ncü olağanüstü kongreye hazırlanıyor.
DTP Kongresine AKP, CHP, DP, sol ve sosyalist partilerin genel başkanları ve yöneticileri, yazarlar, siyasetçiler sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 380 kişi davet edilirken, Kuzey Irak'ta bulunan Ahmet Türk başkanlığındaki DTP heyeti, Talabani ve Barzani'yi de kongreye davet edecek.
DTP 3'ncü olağanüstü kongresini 4 Ekim'de gerçekleştirecek. Kongre öncesinde çalışmalarına hız veren DTP'nin, MYK ve PM toplantısında kongreye davet edilecek isimlerle, hazırlıklar gözden geçirildi. "Eşit ve özgür birlik için demokratik çözüm" sloganının belirlendiği kongreye, yurt içinden, AKP, CHP, DP, sol ve sosyalist partilerin genel başkanları ve yöneticileri, yazarlar, siyasetçiler sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 380 kişi davet edildi.
Yurt dışından da, Avrupa Parlamentosu (AP) üyeleri, Avrupa Sosyalist Grubu üyesi partiler, Sosyalist Enternasyonal üyesi partiler, büyükelçilikler, Federal Kürdistan Bölgesi'ndeki Kürt parti temsilcileri de kongreye davet edildi. Kongre için özellikle KDP ve YNK'nin Ankara temsilciliklerine davetiye gönderildi.
Talabani ve Barzani bizzat davet edilecekDTP, 3'ncü olağanüstü büyük kongresine Talabani ve Barzani de davet edecek. Daveti ise Kuzey Irak'ta bulunan Ahmet Türk başkanlığındaki DTP heyeti yapacak.
DTP, 24 Eylül'de bir kez daha yetkili kurullarını toplayarak Parti Meclisi listesini kesinleştirecek. Bu süre içinde aday başvurularını alacak olan DTP, kongreden bir gün önce tüm delegelerini Ankara'da toplayarak, PM adaylarını tanıtacak.
DTP 3'ncü olağanüstü kongresini 4 Ekim'de gerçekleştirecek. Kongre öncesinde çalışmalarına hız veren DTP'nin, MYK ve PM toplantısında kongreye davet edilecek isimlerle, hazırlıklar gözden geçirildi. "Eşit ve özgür birlik için demokratik çözüm" sloganının belirlendiği kongreye, yurt içinden, AKP, CHP, DP, sol ve sosyalist partilerin genel başkanları ve yöneticileri, yazarlar, siyasetçiler sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 380 kişi davet edildi.
Yurt dışından da, Avrupa Parlamentosu (AP) üyeleri, Avrupa Sosyalist Grubu üyesi partiler, Sosyalist Enternasyonal üyesi partiler, büyükelçilikler, Federal Kürdistan Bölgesi'ndeki Kürt parti temsilcileri de kongreye davet edildi. Kongre için özellikle KDP ve YNK'nin Ankara temsilciliklerine davetiye gönderildi.
Talabani ve Barzani bizzat davet edilecekDTP, 3'ncü olağanüstü büyük kongresine Talabani ve Barzani de davet edecek. Daveti ise Kuzey Irak'ta bulunan Ahmet Türk başkanlığındaki DTP heyeti yapacak.
DTP, 24 Eylül'de bir kez daha yetkili kurullarını toplayarak Parti Meclisi listesini kesinleştirecek. Bu süre içinde aday başvurularını alacak olan DTP, kongreden bir gün önce tüm delegelerini Ankara'da toplayarak, PM adaylarını tanıtacak.
Türkiye'nin başında 3 belalı isim' dedi
DTP Hakkari vekili Hamit Geylani, Kürt açılımını sekteye uğratmakla suçladığı üç isimden 'Türkiye'nin başındaki belalar' diye söz etti.
DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani Türkiye’nin başındaki üç bela olarak söz ettiği Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi Kürt açılımına karşı çıkmakla eleştirdi.
DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, partisinin Hakkari il binasında basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Hakkari Belediye Başkanı DTP'li Fadıl Bedirhanoğlu, İl Başkanı Hifzullah Kansu, Merkez İlçe Başkanı Fahri Kurt ile partililer katıldı. Milletvekili Geylani, DTP olarak sürdürülen operasyonlar nedeniyle bu bayramda kitlesel olarak bayramlaşmayacaklarını söyledi.
Geylani, yine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi, Kürt açılımına karşı çıkmakla eleştirerek, şöyle konuştu:“Bir önceki Genelkurmay Başkanı yaptığı açıklamasında, Türkiye’nin ordusu tümüyle Kandile girse PKK’yı yok edemez’ demişti. Şu andaki Genelkurmay diyor ki; ‘tek bir terörist kalana kadar mücadelemiz devam edecek ve kökünü kazacağız’ diyor. Her ikisinin açıklamaları ne kadar çelişkili olduğu ortada. Onun için üç bela var Türkiye’de, Başbuğ, Baykal ve Bahçeli. Her nedense bu üç bela da ‘B’ harfiyle başlıyor. Bilindiği gibi umutların uç verdiği tam bir zamanda, Başbakan, İçişleri Bakanını halkın huzuruna çıkarttı. İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Baykal ve Bahçeli’ye yalvarıyor. Ama ‘Anayasa değişikliği yok. Anadilde eğitim yok. Gündemimizde af yok, açılım yok. Alabildiğine kapatma ve sıkıştırma vardır demek olmuyor mu? İşte bu açıklamalar Kürt halkı üzerinde en acımasız bir biçimde askeri ve siyasi operasyon başlamıştır.”
DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani Türkiye’nin başındaki üç bela olarak söz ettiği Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi Kürt açılımına karşı çıkmakla eleştirdi.
DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, partisinin Hakkari il binasında basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Hakkari Belediye Başkanı DTP'li Fadıl Bedirhanoğlu, İl Başkanı Hifzullah Kansu, Merkez İlçe Başkanı Fahri Kurt ile partililer katıldı. Milletvekili Geylani, DTP olarak sürdürülen operasyonlar nedeniyle bu bayramda kitlesel olarak bayramlaşmayacaklarını söyledi.
Geylani, yine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi, Kürt açılımına karşı çıkmakla eleştirerek, şöyle konuştu:“Bir önceki Genelkurmay Başkanı yaptığı açıklamasında, Türkiye’nin ordusu tümüyle Kandile girse PKK’yı yok edemez’ demişti. Şu andaki Genelkurmay diyor ki; ‘tek bir terörist kalana kadar mücadelemiz devam edecek ve kökünü kazacağız’ diyor. Her ikisinin açıklamaları ne kadar çelişkili olduğu ortada. Onun için üç bela var Türkiye’de, Başbuğ, Baykal ve Bahçeli. Her nedense bu üç bela da ‘B’ harfiyle başlıyor. Bilindiği gibi umutların uç verdiği tam bir zamanda, Başbakan, İçişleri Bakanını halkın huzuruna çıkarttı. İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Baykal ve Bahçeli’ye yalvarıyor. Ama ‘Anayasa değişikliği yok. Anadilde eğitim yok. Gündemimizde af yok, açılım yok. Alabildiğine kapatma ve sıkıştırma vardır demek olmuyor mu? İşte bu açıklamalar Kürt halkı üzerinde en acımasız bir biçimde askeri ve siyasi operasyon başlamıştır.”
İran, Türkiye sınırına duvar örüyor
İran, PJAK'ın sızmalarına engel olmak için Türkiye ile olan 454 kilometrelik sınırının stratejik noktalarına duvar örüyor.
HAKKARİ - PKK'nın uzantısı olan PJAK'lı teröristlerin sınırdan sızmalarını önlemek için her 2 kilometreye bir karakol kuran İran, şimdi de önüne geçemediği kaçakçılar için ilginç bir yöntem deniyor. Türkiye İran sınırının özellikle atların geçebileceği bölgeleri beton duvarlarla örmeye başladı. Türkiye İran sınırında ilginç bir gelişme yaşanıyor. Türkiye'ye 454 kilometre sınırı bulunan İran, sınırın belirli bölgelerini beton duvarlarla örmeye başladı. Kaçakçıların atlarla geçiş noktalarını belirleyen İranlı yetkililer, yasadışı olayları önlemek amacıyla böyle bir set çekme yoluna gitti. Hakim tepeler üzerine daha önce her 2 kilometrede bir karakol kuran İran, PJAK'ın sızmalarıyla birlikte kaçaçıları da engellemeyi amaçladı. Özellikle Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'nin İran sınırındaki Akçadam, Gülagavri, Sarıyıldız, Gözlüce, Kamber, Yediveren, Ağaçlı, Çobanpınarı ve Ödemiş köylerinin bulunduğu bölgede kaçakçılığı önleyemeyen İran, pati yolları beton duvarlarla kapatmaya başladı.
SINIRDAKİ VATANDAŞ TEPKİLİ
İran'ın sınıra duvar örmesini sınırda yaşayan vatandaşlar tepkiyle karşıladı. Sınırdaki Onbaşılar Köyü muhtarı Perviz Beşer, duvar örmenin insanlık ayıbı olduğunu belirterek, "İran'da akrabalarımız var. Biz sınırdaki insanlarla akraba olmuşuz. Bu durumu bildikleri halde duvar örüyorlar. Zaten bu bölge mayınlı bir bölge. Dünyada sınırlar kaldırılırken, İran, sınırına duvar örüyor'' dedi.
İran'ın sınıra duvar örmesini sınırda yaşayan vatandaşlar tepkiyle karşıladı. Sınırdaki Onbaşılar Köyü muhtarı Perviz Beşer, duvar örmenin insanlık ayıbı olduğunu belirterek, "İran'da akrabalarımız var. Biz sınırdaki insanlarla akraba olmuşuz. Bu durumu bildikleri halde duvar örüyorlar. Zaten bu bölge mayınlı bir bölge. Dünyada sınırlar kaldırılırken, İran, sınırına duvar örüyor'' dedi.
Örgüt parasıyla kaçan 3 PKK’lı infaz edildi
Türkiye, İran ve Suriye ile Avrupa ülkelerinde sürdürülen etkili operasyonlar sonucunda karmaşa yaşayan terör örgütünde son olarak ‘’örgütü dolandırdığı belirtilen üç kişi, haklarında verilen karar uyarınca öldürüldü.
var PartnerId = returnAdCode('2195');
var AdContainerIds ='divAdnetKeyword';
Güvenlik birimlerinin tespitlerine göre, örgütün Diyarbakır sorumlusu Ziya kod adlı Engin Çatak ile yardımcısı Zinar kod adlı Ömer Kılıç ve örgütün lojistik işlerinin başında bulunan Yusuf kod adlı Aslan Kalkan, örgüte ait 900 bin TL ile kaçtı. Bu kişiler Lice kırsalından Van’a, ardından da İran’ın Şehidan bölgesine gitti. Buradan Avrupa’ya geçmeye hazırlandıkları ifade edilen üç kişi, Numan kod adlı Mehmet Dağ’a bağlı teröristlerce yakalanarak öldürüldü.56 kişi kaybetmişlerTerör örgütü sorumlularından Mustafa Karasu, basın açıklaması yaparak son bir ay içinde Türkiye, İran ve Suriye’de devam eden operasyonlarda 56 örgüt mensubunu ‘’kaybettiklerini’’ ifade etti. Aynı dönem içinde 23 kişinin de örgütten kaçtığını duyuran Karasu, ayrıca geçen hafta Türk Silahlı Kuvvetleri’nce düzenlenen operasyonlarda ‘’Cudi’’, ‘’Faraşin’’, ‘’Kemal’’, ‘’Kato’’, ‘’Aslan’’, ‘’Samura’’ ve ‘’Dirgeş’’ kod adlı örgüt mensuplarının da öldüğünü belirtti
var PartnerId = returnAdCode('2195');
var AdContainerIds ='divAdnetKeyword';
Güvenlik birimlerinin tespitlerine göre, örgütün Diyarbakır sorumlusu Ziya kod adlı Engin Çatak ile yardımcısı Zinar kod adlı Ömer Kılıç ve örgütün lojistik işlerinin başında bulunan Yusuf kod adlı Aslan Kalkan, örgüte ait 900 bin TL ile kaçtı. Bu kişiler Lice kırsalından Van’a, ardından da İran’ın Şehidan bölgesine gitti. Buradan Avrupa’ya geçmeye hazırlandıkları ifade edilen üç kişi, Numan kod adlı Mehmet Dağ’a bağlı teröristlerce yakalanarak öldürüldü.56 kişi kaybetmişlerTerör örgütü sorumlularından Mustafa Karasu, basın açıklaması yaparak son bir ay içinde Türkiye, İran ve Suriye’de devam eden operasyonlarda 56 örgüt mensubunu ‘’kaybettiklerini’’ ifade etti. Aynı dönem içinde 23 kişinin de örgütten kaçtığını duyuran Karasu, ayrıca geçen hafta Türk Silahlı Kuvvetleri’nce düzenlenen operasyonlarda ‘’Cudi’’, ‘’Faraşin’’, ‘’Kemal’’, ‘’Kato’’, ‘’Aslan’’, ‘’Samura’’ ve ‘’Dirgeş’’ kod adlı örgüt mensuplarının da öldüğünü belirtti
Q, W, X harfleri hiç konuşulmadı
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, süresi 17 Ekim’de dolacak Kuzey Irak’a dönük sınırötesi operasyon tezkeresini askıya alma konusunun henüz Bakanlar Kurulu’nda görüşülmediğini söyledi.
var PartnerId = returnAdCode('2195');
var AdContainerIds ='divAdnetKeyword';
Atalay dün Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’i ziyaret ederek yaklaşık bir saat görüştü. Atalay, Şahin’e yaptığı görüşmelerle ilgili bilgi verdiğini ve kapalı oturum dahil gündeme ilişkin konuları ele aldıklarını bildirdi. Atalay, 17 Ekim’den önce Meclis’e yeni bir tezkere sunulmayacağı ve sınırötesi operasyonun askıya alınacağına haberleriyle ilgili olarak şunları söyledi: “Bu konu hükümet olarak bizim iş takibimize henüz gelmedi. Zamanı gelince Bakanlar Kurulu’nda değerlendirilir. Bakanlar Kurulu toplantılarda henüz hiç değerlendirilmedi. O konu tabii Bakanlar Kurulu yetkisindedir. Başbakanımız onu gündeme getirir, değerlendirilir şüphesiz.”Senaryo üretiyorlarAlfabeye Q, W, X harflerinin ekleneceğiyle ilgili haberi ise yalanlayan Atalay şunları söyledi: “Tabii birileri bir senaryo yazıyor, biz onlarla ilgili açıklama yapmak durumunda kalıyoruz. Biz çalışmalarımızı sonuçlandırmadık ve hiçbir şey açıklamadık. Bizden duymadıkça bu konularla ilgili tedbirli olun. Bu konular birilerinin yazdığı senaryolardır. Başbakanlığa bir rapor sunulmadı. Hele böyle harflerle ilgili konu, çalışmalarımız içerisinde hiçbir yerde gündeme gelmedi.”
var PartnerId = returnAdCode('2195');
var AdContainerIds ='divAdnetKeyword';
Atalay dün Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’i ziyaret ederek yaklaşık bir saat görüştü. Atalay, Şahin’e yaptığı görüşmelerle ilgili bilgi verdiğini ve kapalı oturum dahil gündeme ilişkin konuları ele aldıklarını bildirdi. Atalay, 17 Ekim’den önce Meclis’e yeni bir tezkere sunulmayacağı ve sınırötesi operasyonun askıya alınacağına haberleriyle ilgili olarak şunları söyledi: “Bu konu hükümet olarak bizim iş takibimize henüz gelmedi. Zamanı gelince Bakanlar Kurulu’nda değerlendirilir. Bakanlar Kurulu toplantılarda henüz hiç değerlendirilmedi. O konu tabii Bakanlar Kurulu yetkisindedir. Başbakanımız onu gündeme getirir, değerlendirilir şüphesiz.”Senaryo üretiyorlarAlfabeye Q, W, X harflerinin ekleneceğiyle ilgili haberi ise yalanlayan Atalay şunları söyledi: “Tabii birileri bir senaryo yazıyor, biz onlarla ilgili açıklama yapmak durumunda kalıyoruz. Biz çalışmalarımızı sonuçlandırmadık ve hiçbir şey açıklamadık. Bizden duymadıkça bu konularla ilgili tedbirli olun. Bu konular birilerinin yazdığı senaryolardır. Başbakanlığa bir rapor sunulmadı. Hele böyle harflerle ilgili konu, çalışmalarımız içerisinde hiçbir yerde gündeme gelmedi.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)